Blog içinde konu aramak için yazın

31 Aralık 2013 Salı

YENİ YILIMIZ HEPİMİZE KUTLU OLSUN

Acısıyla tatlısıyla bir yıl daha bitti. Her olayımızda olduğu gibi anadolu insanı olarak kin tutmayı sevmediğimiz için kötü olayları unutup güzel anılarla yeni süreçlere adapte olmaya çalışırız. Bazı bakış açısına göre yanlış, başka bir açıdan da mutlu kalmanın formülüdür. Umarım 2013 size unutmak zorunda kalmadığınız bir yıl olmuştur. 2014'de işimizde başarılı, evimizde huzurlu, hayatta sağlıklı ve güvenli olduğumuz bir sene olmasını hepimiz adına dilerim.

2014'de de yine sağlık konusunda özellikle böbrek sağlığımız konusunda en güncel bilgileri bu alandan, facebook ve twitter adreslerimizden paylaşmaya devam edeceğim. Yeni yılda da paylaştığımız bilgileri hayatımıza uygulamaya, dostlarımızında sayfaya dikkatini çekerek sağlık bilgilerimizden yararlanmalarını sağlarsak çalışma şevkimiz bir misli daha artacaktır. Destekleriniz, paylaşımlarınız bizim için çok önemlidir.







12 Aralık 2013 Perşembe

İŞİNİZE OLAN SAYGINIZ SAĞLIĞINIZA ZARAR VERMESİN

BAŞ AĞRISI, HİPERTANSİYON HABERCİSİ OLABİLİR

Yoğun iş temposu içerisinde bir türlü kendimize fırsat yaratıp tansiyonumuza vakit ayıramadığımız bir gerçek. Herşeye zaman ve para ayrılabilirken dijital bilekten ölçer tansiyon aletlerinin bu kadar yaygınlaştığı ve ucuzladığı şu dönemde hala evinde tansiyon aleti olmayan hipertansiyon hastalarım bile var. Taşınabilir olması da cabası iken neden bulundurulmaz anlayabilmiş değilim. Ama bunun yanında bayanların çantalarında olmazsa olmazı(artık erkeklerin çantalarında olmasa bile çekmecelerinde) ağrı kesiciler her zaman yerini almaktadır. Baş ağrısı olduğunda tansiyondan olabilir mi diye düşünmek aklımıza gelmez ya da gelmesini istemeyiz. Neden? Çoğunca psikolog arkadaşlarımdan aldığım cevap tansiyonu yaşlılık hastalığı olarak görüp tansiyon ilacını taşıdığının, kullandığının görülüp bilinmesini istememekten kaynaklanmaktadır. Özellikle 35-45yaş dönemi başta erkek hastalar olmak üzere hepimiz tansiyon hastası olma fikrini kabullenmekte zorluk çektiğini görüyorum.

Bunun yanında baş ağrısını migren kabul edip ağrı kesiciler almayı, hatta daha ileri ilaçlar almayı erdem kabul ediyoruz. Çünkü "O bir işadamı" , çok yoğun başını kaldıracak vakti yok, ağrı kesicilerle sahaya çıkabiliyor fikri kulağa hoş geliyor. 

Bu kadar serzenişte bulunur mu bir doktor diyebilirsiniz.Dün polikliniğime gelen 8 ay hemodiyaliz dönemi sonrası annesinden böbrek nakilli hastamın hikayesi üzerine kaleme almayı uygun buldum. Hastamız iç anadolu bölgemizin büyük illerinden birinden geliyor. Kronik böbrek yetmezliğinin nedeni "Hipertansiyon" ve fark edildiğinde programlı diyaliz  ihtiyacı olduğu belirtilerek geçici hemodiyaliz kateteri ile hemen acil hemodiyalize alınıyor. Yıllarca migren tedavisi gördüğünü belirtiyor hastam. Benim muayeneye ilk tansiyon ölçümü ile başladığımda verdiği tepkide çok ilginçti. " Hocam ilk kez bir hekim ben demeden tansiyonuma baktı" dedi. Hastanın şaşkınlığının aynısı bende de oluşmuştu. Sadece bir tansiyon ölçümü; 30 saniye bilemedin 1dakikalık bir süre tutar. Bir hastalığın tedavi edilememesi, hatta tedavisi mümkün olan bir hastalığın vaktinde yapılamamış olması tüm sistemlere mal olabiliyor. Olayın daha dramatik kısmını söylemem gerekirse; bu hasta 34yaşında bir erkek ve şu anda organ nakli dönemi nadir komplikasyonlarından olan cilt kanserini de beraberinde yaşıyor. Yine söylüyorum, bir bilemediniz iki ilaçla tansiyonları kontrol altına alınsaydı hem kendi böbrekleri ile sağlığına daha da dikkat ederek devam edecekti,hem de nakil ilaçlarının yan etkilerine maruz kalmayacaktı.

Lütfen tansiyon kontrolünü önemseyin. Başağrısıdır, bir ağrı kesiciye bakar demeyin. Belki o aldığınız ağrı kesici ile çok yüksek tansiyonunuza bağlı beyin kanaması bile yaşabilirsiniz. İş yoğunluğunuz, işinize olan saygınız sağlığınıza zarar vermesin. 

5 Aralık 2013 Perşembe

GRİP ve BÖBREK, Garip ama Gerçek


Kışı artık en yoğun şekilde hissettiğimiz şu günlerde özellikle grip aşınızı yaptırmayı unutmuşsanız, karın bir türlü yağmadığını da düşünürsek hastalıklara karşı dikkatli olalım. Dış giyimimize dikkat edelim. Biliyorsunuz ki yakalanacağımız her enfeksiyon; ilaçları ile yada kendi kliniği ile böbreklerimiz ve kreatinin değerimiz için risk oluşturmaktadır. 

"İyi günler , İyi çalışmalar dilerim"

22 Kasım 2013 Cuma

FINDIK FISTIK OLAYINDA SON NOKTA


Tıp dünyasının baba dergilerinden NEJM kuruyemiş olayına kasım sayısında yer verdi. Diyorki fındık,badem, ceviz gibi sert kabuklu kuruyemişleri günlük diyetinize 1ons (yani 28.3 gram, yani 15-20tane) gibi ara öğünler olarak ilave edin. Lif,... doymamış yağ asiti, mineral ve vitamin almış olacaksınız. Kalp hastalıkları, kalın barsak kanseri, safra kesesi taşı gelişiminin önlenmesine istatistiksel olarak %20'ye yakın azalma sağladığını belirtiyor. Ayrıca Diyabet regülasyonuna da yardımcı oluyor. Şu anlaşılmasın diyede ekliyor : Snack olarak alınan kuruyemiş çalışmaya dahil edilmemektedir. Özellikle akdeniz tarzı diyet alan grupta çalıştık diyor. Son mesaj olarakta avuç dolusu veya daha fazla kuruyemiş tüketiminin daha da sağlıklı olur diye bir doğru orantının olmadığınında altını çiziyor :))  

 "Mesaj yerini buldu sanırım"
Sağlıklı mutlu günler dilerim

20 Kasım 2013 Çarşamba

DOĞRU-SU...YANLIŞ SU...

Merhabalar Sevgili Dostlar. Merhaba böbreklerinin sağlığı için çabalayan insanlar. Bugün hep birlikte "Çok SU Doğrusu mu?" başlıklı tartışalım istiyorum. 
Geçenlerde Suyun Tıbbi Kullanımı diyerek paylaşmıştım. http://renalhealthcare.blogspot.com/2013/09/bobrek-hastaliklarinda-suyun-tibbi.html  

Su gerçekten hayatımızın vazgeçilmezdir. Açlıkla durabileceğimiz süreden daha kısadır susuz durabileceğimiz zaman. Ama düz mantık yaparak çok su çok hayat demek değildir. 
Su içimini hiç bir böbrek rahatsızlığı yaşamayan, ailede böbrek rahatsızlığı öyküsü bulunmadığını bildiğimiz kişiler için şunu önerebilirim: İnandığı ve içmekte olduğu su miktarı sonrası nefroloji uzmanı ile görüşüp hiç olmazsa basit idrar tetkikini yaptırması olacaktır. Öyle astronomik rakamlar duyuyorum ki 5-6litre/gün gibi . Tetkiklerinizde özellikle tam idrar tahlilinde dansite olarak belirttiğimiz "d" ile gösterilen 1010-1020 arasında normal aralık değeri verilen kısımda 1010'dan küçük bir değer yani 1005 gibi bir değer su içimimizin haddinden fazla olduğunu belirtir. İyi, güzel biz suyumuzu bol içelim ne zararı olur dediğinizi duyar gibiyim. Sizinde fark edeceğiniz üzere idrarınız tamamen berrak, su gibi olur. Sık idrara gittiğinizi ve bu sebeplede her seferinde su içiminizin artarak devam ettiğini görürsünüz. Bu durum artık böbreklerimizin önemli özelliklerinden biri olan idrarı konsantre edebilme yeteneğinin geçici olarak bozulduğunu gösterir.  Kilo problemi olup diyetisyen desteği alanlar duymuştur, "bol su tüketerek termojenik etki ile metabolizmanızı hızlandırın" derler. Sekonder sonuçlar olarak bu durumu değerlendirir misiniz derseniz diyetinize dikkat ediyorsanız sorun yok. Ama diyette kopmalar başlayıp tatlı krizleriniz başlarsa hızlandırdım dediğiniz metabolizmanız tekrar kilo alımınız olabilir. 

Yeni yayınlanan bir makalenin sonuçları itibarı ile susama hormonu ADH salınımının yoğunluğu böbrek yetmezliği gelişimi açısından bağımsız risk faktörü olarak tanımlanıyor. Bu bağlamda çok su tüketimi önerebileceğimiz grup; aşırı stres ile çalışanlar ve evhamlı, herşeyi kendisine dert edinen kişi profilleri olacaktır. Çünkü bu insanlar ayakta kalabilmek için sürekli salınan ADH ile maruziyetleri vardır. Bir diğer öneride bulunacağımız grup sigara tüketimi olanlardır. Sigarayı bırakamıyorsak kalp, damar, böbrek sağlığımız için su tüketimini artıralım. 
   
Özetle bilinen bir böbrek hastalığımız, idrar yollarında kronik bir enfeksiyon hali yoksa içtiğim su miktarı doğru mu arttırabilir miyim azaltmalı mıyım diyerek değerlendirmenizi şiddetle tavsiye ederim. 

Doğrusu, DOĞRU Su tüketimi politikası oluşturmaktır.

13 Kasım 2013 Çarşamba

DİYABETİK NEFROPATİ

"12-18. Kasım Diyabet ve Obezite Haftası" ya da "14.Kasım Dünya Diyabet Günü", muhabbetin ortak noktası Diyabet yani şeker hastalığı ve sonuçları. 
Bildiğimiz üzere diyabet gelişen dünya şartları, trafik çilesi, çalışma koşulları, hızlı yeme kültürü ile her geçen gün hareketsiz, şişman toplumdan kaynak bulmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü'nün geçen yıl belirttiği bir raporda enfeksiyoz olmayan salgın hastalıklar listesinde birinci sıranın diyabet olduğunu belirtmektedir. genelde hastalarda gözlemlediğim ya da diyabeti yaşamamış kişilerde fark ettiğim; bunun hapıda var hazır insülin kalemleride var. Şeker yükselir basarsın insülini şeklinde oluyor. Diyabet ve diyabetik nefropati ile ilgili bilgilendirmemi Diyabetik Nefropatide Son Durak  yazımda belirtmiştim.  http://renalhealthcare.blogspot.com/2013/07/diyabetik-nefropati-kontrolsuz.html   

Bugün için birkaç farklı noktadan diyabete ilgi çekmek istiyorum. Bildiğimiz üzere çocukluk döneminde insülinin tama yakın yokluğu ile seyreden Tip-1 diyabet ve erişkin dönemde karşımıza daha çok çıkan insülin pik oluşumunun yetersizliği ile görülen Tip-2 diyabet vardır. Erişkin tip diyabetin, tip-1 diyabet gibi düzenli bir seyri yoktur. Yani kontrolsüz tip-1 diyabet bir hastada ortalama 5 yıl sonra retinopati gelişimi dediğimiz göz kusurları ve 10yıl sonra nefropati dediğimiz böbrek fonksiyonlarında bozulmalar görürüz. Tip-2 diyabette böyle bir mutlakiyet yoktur. Demek istediğim diyabet fark edilmesi göz muayenesinde ya da böbrek kontrolünde fark edilebilmektedir. Hatta geçen dinlediğim bir konferansta daha önceye ait diyabet öyküsü vermeyen akut miyokard infarktüsü (kalp krizi ) geçiren hastalarda yapılan bir çalışmalarda %30 yeni tanı diyabet tespit edildiği bildirilmiştir.

Niyetim diyabetin bize verdiği öğretileri harfiyen uygulamak için çaba göstermek, hayatımızın her anında diyabetle yüzleşme ve onun komplikasyonları olan çoklu organ hasarları ile mücadele etmek zorunda kalabileceğimizin farkında olmamızdır. ve başlıkla da belirttiğim gibi diyabette muhabbet bir dönemlik değil, ilelebetdir. 

HAYATIMIZIN TADI KAÇMASIN.



7 Kasım 2013 Perşembe

03-09.KASIM ORGAN BAĞIŞI HAFTASI

Dünyada hızla gelişen bilim ve endüstri ile birlikte insan ömrününde uzaması birleşince her iyi şeyi takip eden kötü sonuçlar gibi sağlıkta durumdan nasibini almaktadır. Teknolojinin nimetleri ile birlikte neredeyse yerimizden kalkmadan yaşıyoruz. Eskiden insanlara yürümen gerekiyor demeye gerek yoktu. Çünkü araç sayısı azdı her evde yoktu, toplu ulaşımlar kullanılırdı. Çoğunca işe, okula yürüyerek gidilirdi. Ama şimdi böyle değil. Artık annelerimiz bile internetten alışverişi tercih eder oldu. Fast-food bizim zamanımızda en iyi ihtimalle pazarları annemizin yapacağı köfte idi. ne yediğini bildiğin , katkı maddesi var mı diye düşünmediğin. 



Acıklı hikaye anlatmak değil maksadım. Dikkat çekmek istediğim nokta; hastalıklarda yine aynı teknolojiye teslim olmamızın sonucunda bizi buluyor olması. Diyabet, eklem hastalıkları, hipertansiyon, kalp krizi, böbrek yetmezlikleri ve daha niceleri bunların eseridir. İnsan vücudu da öyle bir mekanizmaya sahiptir ki; sağlıklı iken olabilecek rahatsızlıklarda tüm sistem var gücü ile düzeltmeye çalışırken, bir sistemimiz artık yetmezliğe girdiğinde ve de tedavileri aksatmışsak tüm sistemler bundan nasibini alır. Hepimizin bildiği kolay bir örnek vermek gerekirse Diyabete yani şeker hastalığına yakalanmışsak; hipertansiyon, retinopati dediğimiz göz tutulumu, kalp krizleri, böbrek tutulumu ve yetmezliği, nöropati dediğimiz ellerde ayaklarda uyuşma-karıncalanma-yanma, ciltte düzelmeyen açık yaralar gibi. 



Bunun haricinde nefroloji uzmanı olmam sebebi ile vermek istediğim bir diğer bilgide böbreklerimiz her 4yılda bir GFR diye kısalttığımız (böbrek hastalığı olan dostlarım bilirler) böbrek fonksiyonunu gösteren değerimiz 1ml/dk azalma gösterir. Eşlik eden hastalıklarda yani başta diyabet, hipertansiyon, romatizmal hastalıklar, sık geçirilen idrar yolu enfeksiyonları gibi durumlarda bu oran katlanarak (hatta yılda 4-10ml/dk azalma gibi) azalmaktadır. 

Demek istediğim şudur ki organ nakil ihtiyacı hepimizin kapısını çalabilecek bir durumdur. Bugün ihtiyacımız olmayabilir. Ama sizin ya da bir sevdiğinizin mutlaka günün birinde ihtiyacı olacaktır.  Hastalıkta sağlıkta biz insanlar içindir. Bugün bana ise yarın sana faydası olacaktır. Daha önceki yazımda belirttiğim gibi: " bir kişi değişir dünya değişir" Yapacağımız organ bağışı şartlar uygun ise: karaciğer, böbrek, kalp, pankreas, kornea ve hatta yüz ve ekstremitelerimizle birlikte onlara ve aileleri ile birlikte yüzlere umut ve mutluluk olarak dönecektir. Hastanelere o yada bu sebeple gittiğinizde mutlaka nakil polikliniklerine de uğrayınız. Nakil işlemleri için bekleyen insanların hatta çocukların gözlerine bir bakın. Ne demek istediğimi o bakışlar size misli ile anlatacaktır.

Kendinizi sevin,kendinize zaman ayırın.
Sağlığınıza dikkat edin.
Bağışlayan siz olun.

 03-09 KASIM ORGAN BAĞIŞI HAFTASI YENİ UMUTLARA, GÜZELLİKLERE VESİLE OLMASI DİLEĞİYLE...





Dr Kadir Gökhan ATILGAN
Hipertansiyon ve Nefroloji Uzmanı
Medicana İnternational Ankara Hastanesi

facebook.com/renalhealthcare
facebook.com/Böbrek Sağliğimiz
twitter.com/drgokhanatilgan
twitter.com/Böbrek Sağlığımız

05325541404
0312 392 9292-54712


29 Eylül 2013 Pazar

GENÇLİK ORGAN BAĞIŞINDA DA FARKINI GÖSTERDİ.



Galatasaray Üniversitesi İşletme Kulübü'nün  Organ Bağışı Reklam Projesi .
Sosyal medyayı tararken gördüm, hem gururlandım, hem de umutlandım. Belki bir yakını için ihtiyacı oldu olmadı bilmiyorum ama konunun hem bir genç, hem bir aydın, hem de halk gözü ile irdelenmiş olması videoyu daha çekici hale getirdi.
Ben emeği geçen herkese sağlıkçı bakış açısı olmadan hazırlanmış bu video ve niceleri için şimdiden teşekkür ediyorum.

26 Eylül 2013 Perşembe

BÖBREK HASTALIKLARINDA SUYUN TIBBİ KULLANIMI

 BÖBREK TAŞLARI


Günlük hayatımızda ve görsel medyada sıkça duyduğumuz bir ifadedir: “Böbrek hastaları suyu bol içsinler”. Pratik olarak bunu söylemek masum bir durum gibi gelmekle birlikte farklı sonuçlarda doğurabilir. Uluslararası Nefroloji Derneği'nin yayını olan Kidney International dergisinde Connie J Wang ve arkadaşları bu konuda güzel bir derleme ile konu hakkında bilgi güncellemesi sağlamışlar. Yayını okuduktan sonra sizlerle paylaşmak istedim.

Böbrek taşı bu konuda su tüketiminden en fazla yarar gören böbrek hastalığıdır. 2007-2011 yılları arasında yapılmış 4 büyük ölçekli çalışma kohort incelemesine alınmış ve bu çalışmalarda toplamda 90bin erkek ve 20binin üzerinde kadın katılımcı sağlanmış ve sonuç olarak ortalama 2.5litre/gün idrar çıkımı olan grup ile ortalama 1.2litre/gün idrar çıkımı olan gruplar karşılaştırıldığında su tüketiminin artırılması taş oluşumunun önlenmesinde daha değerli olduğunu göstermiş. 

Fakat ailesel böbrek taşı öyküsü varlığı bağımsız bir risk faktörüdür. Bu hastalarda taş oluşumunda iki farklı mekanizma olduğunu belirtiyor. Birinci mekanizma spontan nükleasyonla ilişkili süpersaturasyon formu. Bu hastalarda düşük idrar volümü ve artmış kalsiyum alımı söz konusudur. Bu grup ailesel taş hastalığı öyküsü olanlar su tüketimi artırmaktan fayda görmektedirler.
İkinci grup ailesel taş hastalığı formu ise tübüler defekte bağlı olarak artmış idrarda kalsiyum ve oksalat atılımı mevcuttur. Bu grupta ise artmış su tüketimine yanıt birinci grup kadar etkili değildir.

İklimlerin taş oluşumu üzerine etkilerini araştırmak üzere 1960 tarihli bir çalışmada tropikal iklim bölgelerinde ya da suya ulaşımda güçlük olan bölgelerde böbrek taşı sıklığının arttığı rapor edilmiştir.

Derlemenin aktardığı bir diğer bilgide sekonder ürolitiazis ile ilgili yani tekrarlayan böbrek taşları. Bu grupta derlemeye dahil edilen çalışmalarda çıkan ortak sonuç su tüketiminin artışının rekürrensi azalttığı ve ortalama 1.8litre/gün idrar oluşumunu sağlayacak şekilde sıvı tüketiminin %15 yarar sağladığı yönündedir. Curhan'ın çalışmalarında 2.5L/gün idrar oluşumu sağlayan sıvı alımı %29 primer (ilk) böbrek taşı oluşumu riskini azaltır diye belirtiyor.



4 Eylül 2013 Çarşamba

HEMATÜRİ (İDRARDA KAN GÖRÜLMESİ) BAŞIMA İŞ AÇAR MI ?

Hematüri; kelime anlamı ile idrarda kan görülmesi her yaşta kadın erkek insanın karşılaşabileceği bir durumdur. Bu durum idrar yolu dediğimiz böbrek-üreter-mesane-üretradan oluşan sistemin herhangi birinden kaynaklanıyor olabilir. Genellikle masum bir durumdur. Rastlantısal olarak tarama testleri dediğimiz rütin check-up tahlillerinde ortaya çıkabilir. Ya da kişi idrarında kola rengi ve/veya et çalkantı suyu rengi olarak tariflediği görünümü fark etmesi ile polikliniklerimize başvurur. 
Tahlillerde tespit ettiğimiz hematüri durumuna “mikroskopik”, kişinin fark edip doktora gitme ihtiyacı duyuran duruma “makroskopik” veya “gross” hematüri olarak adlandırırız.
Fark edilenlerin çoğu masumdur. Bir o kadar insan da mikroskopik hematürisi olduğunun farkında olmadan doktor kontrolleri olmaksızın hayatını idame ettirmektedir. Şanslı olanlar hayatını sorunsuz idame edebilir fakat en erken fark edileip erken müdahele ile çözülebilecek büyük bir problemi ileri safhalarında da görebilir.
Nedenlerini irdeleyecek olursak :
1- idrar yolu enfeksiyonu ile birlikte seyredebilir genellikle karın ağrısı,ateş ve idrarda yanma ile birliktedir. Mikroskopik ya da makroskopik olabilir.
2- halk arasında nefrit olarak bilinen “pyelonefrit” olarak tıpta adlandırdığımız böbreğin dahil olduğu idrar yolu enfeksiyonunda görülebilir. Bir önceki maddedeki bulgu ve şikayetlere ilaveten üşüme-titreme ve kostovebral açı hassasiyeti dediğimiz hekimin tespit edebileceği bulgulara rastlanır.
3- “nefrolitiazis”, “ürolitiazis” olarak tıpta adlandırdığımız böbrekte ya da idrar yollarının diğer seviyelerinde taş veya kalkül tespitinde görülür. İdrar yolu enfeksiyonu semptomları eklenebilir. Sırta ve kasıklara yayılan ağrı tanıda yardımcı olur.
4- böbreğin inflamatuvar hastalıkları olarak tarifleyebileceğimiz “glomerulonefritler” bir diğer hematüri nedenimizdir. Hematüri genellikle makroskopiktir, idrarda köpüklenme, ellerde yüzde ayaklarda şişme belirgin semptom ve bulgularıdır.
5- zorlu egzersiz seansları ya da ciddi yaralanmalar sonrası geçici masum hematüriler görülebilir. Tarif edilen durumların tekrarı olmadığı takdirde hematüri sebat etmez ve ağrısızdır.
6- ileri yaş erkek hastalarda operasyon gerektirecek kadar büyümüş prostat varlığında da hematüri görülebilir.
7- mesane, böbrek, prostat dokusuna ait kanserlerde de yine hematüri eşlik eder.

Bunun yanında regl döneminde olduğunu hatırlatmayan kadınlarda, gıda boyası içeren gıdaları fazla tüketenlerde, kas yıkılımı artışı ile seyreden(zorlu fizik egzersiz, bir kısım ilaçlara bağlı, künt vasıflı travmalar sonrası) durumlarda yapılan idrar tetkikinde yalancı hematüri durumu görülebilir.

Genellikle tarama testleri ucuz ve kolay erişilebilir olan idrar testleri, kan testleri ve üriner ultrasonografiyi kapsar. İleri vakalarda bilgisayarlı tomografi ya da magnetik rezonans görüntüleme ve hatta sistoskopi ve biyopsi dediğimiz girişimsel işlemler gerekebilmektedir.
Tedavisine gelecek olursak genellikle nedene yönelik tedavi dediğimiz altta yatan durumun tedavisi yer alır. Glomerulonefritler dediğimiz durumun renal biyopsi ile tespitinde ise ilave olarak immünsüpresif ajanlar dediğimiz preparatları tedavimize ilave ediyoruz.
Tahlillerde herhangi bir nedene bağlayamadığımız ve biyopsi için yeterli şartları olmayan hastalarımızda da 3-6 ayda bir poliklinik kontrollerimize gelmelerini öneriyoruz.

Yorum ve Sorularınızı Bekliyorum...
Dr Kadir Gökhan ATILGAN
Nefroloji ve Hipertansiyon Uzmanı
drgokhanatilgan@gmail.com
0532 554 1404

"Lütfen Bağışlayın."


26 Ağustos 2013 Pazartesi

NEFROTİK SENDROM; SADECE ALIN YAZISI MI?


Halk arasında idrarda köpüklenme görülmesi ile dikkat çeken veya sadece kontrol amaçlı alınan idrar tahlillerinde tespit edilen ve erken fark edilmezse böbrek sağlığını olumsuz etkileyen “Nefrotik Sendrom" sinsi ilerleyen böbrek hastalıklarından sadece birisidir. Kan hastalıkları, kanser, karaciğer hastalıkları, romatizmal hastalıklar, diyabet, hipertansiyon, kronik enfeksiyonlar gibi süreklilik arz eden hastalıklara eşlik ettiği gibi primer diye adlandırdığımız kendi kendi kendine ortaya çıkmasıda mümkündür

Nefrotik Sendrom, idrar tetkikinde 300mg/gün 'ün üzerinde proteinin tespit edilmesidir. Kitabi olarak tabiri; 24 saatlik idrar sonucu ile uluslararası standart kabul edilen 173cm boyunda kişi için günlük 3500mg protein kaybı olarak tarif edilir. Primer nefrotik sendrom kliniği olabileceği gibi başka hastalıklara bağlı olarak ta tablo karşımıza çıkabilmektedir. Hatta gebelik döneminde preeklampsi tablosu içinde ya da primer nefrotik sendrom olarak görülebilmektedir. Tabloya hakimiyet ve klinik seyrinin kontrol altında tutulabilmesi, kronik böbrek yetmezliği sürecine gitmesini önlemek adına günde 300 mg ve üzeri protein kaybının idrarda görülmesi nefroloji takibini gerektirmektedir. Hastalık çok nadiren titiz kişilerin dikkatini çeken idrarda köpüklenme görme ile fark edilir. Benzer bir tablo olan nefritik sendrom tablosunda da tabloya proteinüri ile birlikte idrarda mikroskop seviyesinde ya da gözle görülebilen düzeyde kan görülmesi mevcuttur. Tarifini kola rengi veya et çalkantı suyu gibi tarif ederler. Bunun harici olarak sadece idrar tetkiki ile fark edilebilen bir durumdur. Hastalığın ilerlediği ve proteinüri durumunun günlük 3,5gramın üzerine çıktığı vakalarda özellikle ayak sırtı ve bacaklarda olmak üzere ellerde yüzde ve hatta sırtta kuyruk sokumu diye tarif edilen presakral bölgede dahi parmak basmakla çukurlaşan ve düzelmeyen ödem diye tarif ettiğimiz şişlikler görülür.

Diyabet , ailevi akdeniz ateşi, hipertansiyon, romatizmal hastalıklar olarak gruplandırdığımız ; romatoid artrit, SLE, ankilozan spondillit gibi hastalıkları olan hastalar her kontrollerinde böbrek tutulumu yönünden takibi açısından idrar tetkiki istendiği için nefrotik sendromun erken tanısı mümkün olabilmektedir. Tersi olan durumlarda yaşanabilmektedir. Yani adı geçen proteinüriye neden olan hastalıklar idrarda proteinüri ve hatta ödemlerle gelen hastanın zeminde başka bir hastalık olabilme durumunu taradığımız tetkikler sonrası çıkabilmektedir.

Esas olarak bu yazıda primer yani diğer hastalıklar sonrası olmayan nefrotik sendrom tablosunu konuşacağız. Nefrotik sendrom ; idrarda protein görülmesi, ellerde-yüzde-bacaklarda ödem kan tablosunda albumin ,protein düşüklüğü , kolesterol ve lipidlerin yüksekliği ile seyreden klinik tablodur. Böbrek biyopsisi ile alt grupları olan Minimal Değişiklik Hastalığı(MDH), Membranöz Glomerulonefrit(MmGN), Fokal Segmental Glomerulosklerozis(FSGS), MembranoProliferatif Glomerulonefrit(MPGN), Amiloidozis tablolarından hangisi olduğu ve patolojinin verdiği histolojik bilgilere göre hastalığın hangi evresinde olduğumuzu öğrenir ve ona göre tedavi modelimizi belirleriz. Tercihan tedavide özellikle ağır proteinüri yoksa şayet, konservatif tedavi dediğimiz düşük doz Ace inhibitör veya ARB grubu antihipertansifler ile destekleyici tedavi verilir. 3-3,5gram/gün'den fazla proteinüri varsa eğer kortikosteroid ve siklofosfamid, siklosporin, mikofenolat gibi savunma sistemini baskılayıcı ilaçlarla tedavisi düzenlenir.


Hastalığın ailesel seyreden formları mevcuttur. Ama çoğu vakada aile öyküsü, altta yatan bir hastalık tespit edilmez. Özellikle MPGN ve FSGS tablosunda birinci derece aile bireyleri ile sekonder nefrotik sendrom tablosunda ise ailevi akdeniz ateşi olarak bilinen FMF kliniğine bağlı amiloidozis vakalarında aile hikayesi özellikle sorgulanmalı, klinik tabloları yoksa bile özellikle birinci derece aile üyelerinin tetkik edilmeleri uygun olacaktır. 

16 Ağustos 2013 Cuma

BİR KİŞİ DEĞİŞİR DÜNYA DEĞİŞİR.

Hep kaygılandığımız şikayet ettiğimiz bir konu vardır. "Biz adam olmayız" , "Avrupa birliği bizi alıp napsın?" gibi. Toplum psikolojisi bizim gibi duygusallığın ön planda olduğu topluluklarda tedavisi bir hayli zordur. Yapamam düşüncesi, bir ben yapsam ne olacak ki, adam sende tavırları ile sürer gider bu durum. Bayramın son günü vesilesi ile aracımla Ankara'ya dönüş yolunda ilerlerken polis radyosu açıktı. Trafik ve yol durumu bilgileri eşliğinde türküler ve oyun havaları falan filan. Malum bayramı gözyaşına çeviren herhalde sayılı ülkelerdenizdir. Birinci duyduğumda fena değilmiş deyip geçtiğim ama sık tekrarlar sonrasında kafamın üstünde ampul yanmasına neden oldu bu slogan : "BİR KİŞİ DEĞİŞİR DÜNYA DEĞİŞİR." .

Hekimlik mesleğimiz gereği insanları ikna kabiliyetimizi sürekli yenilememiz gerekiyor. Ayrıca her insan bir değil. Özellikle özel hastanelerde hasta portföyü çok daha geniş oluyor. Her bireyin hastalığını yada önerilerinizi kabullenmesi için kullanacağınız cümle çok farklı olabiliyor. İnternet çağı ile birlikte hepimiz herşeyi taramak amacı ile ve özellikle sağlık konusunda çılgınca sörfler içindeyiz. Entellektüel kapasitemizi genişletmiş bir şekilde konunun uzmanının karşısına çıkıyoruz. İşte bu nedenler hekimi her türlü koşula, kişiye hazır kalmasını gerektiriyor. En başta belirtiğim adam sendecilik hali sağlıkta daha belirgin bir hal alıyor. Sağlık önerileri zulüm gibi algılanıyor. Tahlillerimde bir anormallik yokki diyip herşeyi kendimize muba görüyoruz.

Neyse sloganı duyduktan sonra, erkek şoför dostlarım daha iyi bilir, bayram gibi sıkışık trafikte bir an evvel hızlan yolu boşalt diye düşünürüz. Artık evli ve çocuklu olunca bu kamu spotunun peşinden hızla yavaşlayıp sağdan hız limitleri içinde hareket etmeye başladım. Çok geçmedi herkes sabit hız içinde ve sağdan gitmeye başladı ve trafik düzenli akmaya başladı. Buradan hareketle yeni sloganım oldu. "İlk" siz olun. Bayanlar arasında şekersiz çay tüketimi çalışanı, çalışmayanı arasında dalga dalga yayılıyorsa diğer sağlık konularında ve sağlık kontrollerinde de bunu sağlayabiliriz ve de sağlamalıyız.

Sağlıklı Mutlu Günlerde Buluşmak Dileğiyle

"Lütfen Bağışlayın"


14 Ağustos 2013 Çarşamba

NE ZAMAN NEFROLOĞUMUZA KONTROL İÇİN GİDELİM ?

Nefroloji yan dal olarak iç hastalıklarından ayrılmasının üzerinden  yıllar geçse bile halen nefrolojinin ne ile ilgilendiği , hangi durumlarda nefroloji takibine girilmesi gerektiği konusunda çekinceler yaşanmaktadır. Nefroloji polikliniği hastalarının büyük bir kısmı diğer polikliniklerden referansla gelirler ya da ameliyat, kronik bir hastalık için yatışı esnasında böbrek değerleri için konsültasyonlar esnasında nefroloji ile tanışırlar. En ilginç tabloda dahiliye polikliniğinden hipertansiyonun nedeninin araştırılması üzerine nefroloji polikliniğine gelen hasta grubudur. 




HANGİ HASTALIKLARDA MUTLAKA NEFROLOJİYE GİTMELİYİM ?
1- Akut (ani gelişen kısa süreli) Böbrek Yetmezliği: 
Daha önce kontrollerinde böbrek fonksiyonları normal olan ve ameliyat, radyolojik girişim, ilaç kullanımı, böbrek tutulumu yapabilen başka bir hastalığın takibi esnasında tespit edilen tablodur. Genellikle tablo yüzgüldürücüdür. Enfeksiyon veya yoğun bakım takibi gerekliliği olursa kliniği güçleştirmektedir.

2-Kronik(kalıcı uzun süreli) Böbrek Yetmezliği :
Nefroloji takibinin zorunluluğu en iyi bilinen kliniktir. Hatta sadece diyaliz tedavisi görenlerin takibinin yapıldığını düşünenlerin sayısı az değildir. üre: 45mg/dl'nin üzerinde ,Kreatinin: 1,2mg/dl'nin üzerinde olan herkes böbrek yetmezliği tanısı ile nefroloji takibinde olmasında yarar vardır. Amerika kılavuzları her ne kadar kreatinin için 2'nin üzeri dese de erken müdahele önem arz etmektedir.

3-Glomerulonefritler :
İdrarda protein atılımı(Proteinüri diyoruz) 300mg/gün'e kadar ve albumin atılımı 150mg/gün'e kadar normal kabul edilir. Bunun üzerinde bir protein atılımı "Nefrotik Sendrom" ; bu tabloya eşlik eden idrarda kan varlığının da görüldüğü (Hematüri diyoruz) tabloya "Nefritik Sendrom" alt başlığı ile takip ederiz. 
Bunun dışında glomerulo nefritler:
a) Asemptomatik( şikayete neden olmayan) Proteinüri
b) Asemptomatik( şikayete neden olmayan) Hematüri
c) Hızlı İlerleyen Glomerulonefrit 
olmak üzere de kliniklerde de tezahür edebilir.


4-Hipertansiyon :
Çoğu hastamız başta bahsettiğimiz gibi hipertansiyon için nefrolojiye geldiğinde şaşkınlıklarını gizleyemezler hatta bir kısmı "size gönderdiler ama..." şeklinde dile getirirler. Hastalarıma da aktardığım gibi hipertansiyonun %90 gibi büyük bir bölümünü "Primer" diye adlandırdığımız sebebi bilinmeyen hipertansiyon vakaları oluşturur. Kalan %10'luk kısmın büyük bir bölümünü böbrek dokusuna ait ya da böbrek damarlarının durumuna ait nedenler oluşturmaktadır. Ayrıca kontrolsüz tansiyona bağlı olarak gelişen uç organ hasarlarının en ciddi ve hayati olanı böbrek tutulumudur.  

5-İdrar Yolu Enfeksiyonları:
Basit geçici idrar yolu enfeksiyonları, sistit ve pyelonefrit gibi mesanede ya da böbrekte kalıcı hasarda bırakabilen iltihabi durumlarıda tedavi etmektedir. İdrar yolu enfeksiyonları özellikle kadınların, kız çocuklarımızın ciddiye alması gereken bir kllinik tablodur. Evde sıcak uygulamaların(termofor, sıcak kompres, çift çorap giyme, kat kat battaniye ile yatma ) sadece ağrıyı, sancıyı alır. Enfeksiyonu temizlemez. Bu nedenledir ki hala diyaliz alan hastaların büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır.

6- Soliter Böbrek:
Bir böbreği doğuştan ya da çeşitli nedenlerle küçülen veya operasyonla alınmış hasta grubunu kapsar.

7-Yukarıda saydığımız büyük başlıklarında kapsadığı ve özel adları ile biyopsi, ultrason ya da kronik hastalık takibinde tespit edilen hastalıklara da bakmaktadır.
-Akkiz Kistik Böbrek Hastalıkları
-Polikistik Böbrek Hastalığı(Otozomal Dominant kalıtımsal geçişli)
-Amiloidozis( Primer ve Sekonder nedenlere bağlı)
-Diyabetik Nefropati
-Hipertansif Nefropati

HANGİ ŞİKAYETLERİMİZ OLURSA NEFROLOĞUMUZA BAŞVURALIM ?
1- İdrarda yanma hissi: üşüme titreme, karında sancı eşlik edenilir
2- İdrarda kan görmek, idrar tahlilinde mikroskopik kan varlığına rastlanması
3- Bacaklarda özellikle dizaltı bölgede, göz çevresinde, ellerde ödem dediğimiz şişme hali
4- 3. maddede bahsettiğimiz şişmeler olmaksızın idrar tahlilinde protein atıldığının görülmesi
5- Sık idrara çıkma, idrar miktarında gözle görülür artma ya da azalma ya da idrar yokluğu.
6- Gece uyku sonrası 2 ve daha fazla idrara çıkma
7- Böbrek fonksiyon testleri yüksekliği bilinen hastalarda bulantı-kusma, kaşıntı, iştah kaybı varlığı.

ŞİKAYETİM OLMADAN NEFROLOĞA KONTROL OLMAM GEREKİR Mİ?
Ailede kronik böbrek yetmezliği tanısı almış ve/veya hemodiyaliz,periton diyalizi ya da böbrek nakli olmuş yakını olanlar,


Diyabet, romatizmal hastalıklar gibi kronik zeminde hastalıkları ; polikistik böbrek hastalığı, FMF gibi genetik geçişli hastalık varlığı olan bireylerin aralıklı olarak nefroloji kontrolü olmalarında fayda vardır.


12 Ağustos 2013 Pazartesi

LUPUS NEFRİTİ

"Lupus" kelimesi latincede "kurt" anlamına gelmektedir. Hastalığa bu ad bir kurdun avına yaptığı gibi zaman içerisinde sinsi bir şekilde güçsüz dermansız bıraktığı için verilmiştir. Sistemik lupus eritematozus(SLE), adı gibi sistemik tutulum ile giden ciltte eritem dediğimiz döküntüler ile seyreden bir rahatsızlığımızdır. Bu sistem tutulumlarından en önemlisi de böbrek tutulumu dediğimiz “lupus nefritidir”. Genellikle SLE tanısını takip eden 5 senelik süreçte gelişimi beklenir. SLE ve lupus nefriti alevlenmeler dediğimiz hastalığın aktif olduğu ve pasif olduğu dönemlerle seyreder. Bu aktif dönemlerde tutulan dokularda kalıcı hasarlar bırakmaması için erken tanı önemlidir. Hastalığın genel olarak SLE tanısı aldığı dönemden itibaren idrar tahlili ve kan tahlili gibi basit tetkiklerle böbrek tutulumu yönünden alarmda olunması gerekir.


Hastalığı gelişim süreci yönünden inceleyecek olursak, özetle otoimmünite dediğimiz vücudun antikor olarak adlandırılan kendi silahları ile kendisini hasarlaması sürecidir. Anti Nükleer Antikor(ANA), Anti-dsDNA gibi SLE için takip tanı kriteride olan antikorlar direkt olarak böbreğin yapı taşı nefronun bir parçası olan glomerülde birikime neden olmaktadır. Bu ve diğer glomerüle afinitesi yüksek diğer antikorlar oluşturdukları yangısal reaksiyonla birlikte bölgeye immünglobulin ve kompleman dediğimiz mesajcıların aracılığı ile akyuvar olarak tanımladığımız savunma hücrelerimizin birikimini sağlarlar. Buna immün kompleks oluşumu diyoruz ve hastalığın tedavi edilmezse kalıcı doku kayıpları oluşturduğu alevlenme süreçlerini meydana getirir.

Genetik yatkınlık her sistemik hastalıkta olduğu gibi SLE'de de üzerinde durulan bir konudur. Onlarca gen araştırılmıştır. Her zaman olduğu gibi ABD'nin veri sisteminden alınan istatiklerde aile prevalansının %10-12, tek yumurta ikizlerinde %24-52, çift yumurta ikizlerinde %2-5 oranında yatkınlık tespit edilmiştir. HLA class-II genlerden HLA-DR2 ve HLA-DR3 ile SLE için yüksek prevalans, HLA-DR4 ile ise düşük prevalans olduğu tespit edilmiş. Kompleman faktörlerimizden C1q, C1r, C1s , C2 ,C4 defisitinde , C4a ve C4b de ise gen delesyonunun SLE ile yüksek ilişkili olduğu tespit edimiştir. Sitokin ailesinde ise IL-10, IL-1RN ve TNF alfa ile SLE arasında güçlü ilişki olduğu gösterilmiştir.

SLE'nin yaygınlığı ile ilgili olarak kaynaklar 2000 kişide 1 kişi olarak tarif etmektedir. Lupus nefriti için ise SLE'li hastaların %30-90'ında tutulum olacağı belirtilir. Ortalama olarak SLE hastalarında %50 oranında lupus nefriti beklenir. Oranlardaki değişiklik ırk, cinsiyet, çevre faktörler gibi nedenlerle değişmektedir. Danchenko'nun 2007 yılında Lupus dergisinde yayınladığı epidemiyoloji çalışması makalesinde ABD, Kanada,Avrupa,Asya,Avustralya örnekleminde beyaz olmayan toplumlarda SLE'nin daha yaygın olduğunu, Avrupa ve Avustralya'da ABD'ne göre daha fazla ,Japonya'da ise en az tutulum olduğunu belirtmiştir. Avrupa'da en fazla tutulumun olduğu ülkeler ise İsveç, İzlanda ve İspanya olarak bulunmuş.

SLE 9:1 oranıda kadınların hastalığıdır diyebiliriz. Erkekte SLE kadına göre daha ağır seyretmektedir ve komplikasyonlar doku kaybı ile birliktedir. Tutulum yaşı 20-40 yaş dilimi olarak belirtilir. Erken yaşta tutulum kötü prognoz habercisi kabul edilir.

Lupus nefriti hastaları nefrotik sendrom tablosunda dediğimiz ellerde, bacaklarda, ayak sırtında ödem, hipertansiyon ile gelir. Ödem, anazarka dediğimiz yaygın tüm vücut ödemi ile sakral bölgede birikim ve karın içinde sıvı birikmesi dediğimiz assit tablosu ile de karşımıza çıkabilir. Bununla birlikte SLE'nin halsizlik, vücutta döküntüler, yüzde kelebek tarzı eritem,ateş, artralji , serozite bağlı olarak yan ağrıları olabilir.

Lupus nefritinin laboratuvarında üre, kreatinin başta olmak üzere biyokimya, tam idrar tahlili, idrarda protein atılım düzeyi değerlendirilir. Tanı ve hastalığın aktivitesini değerlendirmek üzere kan sayımı, sedimentasyon, ANA, anti-dsDNA, C3,C4, anti-C1q antikor titreleri bilgi verir. CRP değeri sedimentasyon yüksek olsa bile normal seyreder. CRP yüksekliği SLE'de sadece artrit ya da diğer enfeksiyonlar durumunda gözlenir. Aktivite göstergesi laboratuvar tetkikleri hastalığın aktivasyonuna ve evresine göre farklılık gösterebilir. Kesin tanı, aktivite değerlendirmesi ve tedaviyi şekillendirebilmemiz için böbrek biyopsisi şarttır. Görüntüleme yöntemlerini organların etkilenim düzeyini değerlendirmek ve akciğer,kalp, karın zarında sıvı birikimlerini değerlendirmek için kullanılır.

Renal biyopsinin patolojik değerlendirmesi 2003 yılında uluslararası nefroloji cemiyeti ve renal patoloji cemiyetinin(ISN/RPS) tarafından tebliğ edilen kılavuza göre değerlendirilmektedir . Bu rapora göre lupus nefriti 6 evrede incelenir. Renal biyopsi patoloji uzmanı tarafından değerlendirilirken yine ISN/RPS 2003 kılavuzunun eki olan aktivite indeksleri ve kronisite indeksleri yönünden nefroloğa bilgi vermektedir. Bu bilgi hastalığın seyrini öngörmede ve tedavi değerlendirmelerinde önem arz etmektedir.

Hastalığın tedavisi histolojik evrelendirmeye göre değişmekle birlikte tedavisi mümkündür.

Hastalığın tedavisini evrelere göre özetlemek gerekirse;
1- Class-I minimal mezengial LN: immünsüpresif tedavi gerektirmemektedir.Destekleyici tedavi ile takip edilir. Destekleyici tedavi kapsamında tansiyonu<130/80mmHg olacak şekilde antihipertansif tedavi düzenlenmesi ve öncelikli olarak ACE inhibitörleri ve/veya ARB grubu ; hiperlipidemi, hiperkolesterolemi varlığında statin grubu ilaçların kullanılmasını kapsar. Bunun yanında ek sorunlar varsa onları önlemeye yönelik tedavilerde ilave edilir.
2- Class-II mezengial proliferatif LN: İdrarda protein atılımı 1000mg/gün'ün altında ise destekleyici tedavi, 1000mg/gün'ün üzerinde proteinüri söz konusu ise tekli olarak kortikosteroid tedavisi denenebilir.
3- Class-III fokal, Class-IV diffüz LN: agresif seyretmesi ve tedavisiz kalması ya da yetersiz tedavi durumunda kronik böbrek yetmezliğine hızla ilerlemektedir. Bu nedenle kortikosteroid ve immünsüpresif tedavi destekleyici tedaviye ilave edilir. İmmünsüpresif ilaç sıklıkla siklofosfamid veya mikofenolat tuzu olacaktır. Azatiyopürin ikinci sıra ilaç olarak kullanılır.

4- Class-V membranöz LN: histolojisi itibari ile class-III ve IV kadar agresif seyirli değildir. Genellikle tekli kortikosteroid tedavisi ile takip edilir.

Bunların haricinde halen SLE tedavisinde tedavi arayışları ve çalışmalar devam etmektedir. Bunlardan kılavuzlara da girmeye başlayan rituksimab endikasyon dışı formu ile artık ülkemizde de ödenmeye başlamıştır.

Lupus Nefriti hastaları diyalize başlamadan da böbrek nakli olabilirler.

Tüm tedavilere rağmen kronik böbrek yetmezliği ve diyaliz tedavi gereken hastalarda periton diyalizinden ziyade hemodiyalizi tercih etmesi önerilir.Hemodiyalizde kullandığımız diyalizörlerin biyouyumlu ve yüksek etkinlik ve geçirgenlikte olmasının antienflamatuvar etkisinden yararlanmamızı sağlar. Lupus nefriti hastaları hemodiyaliz hasta populasyonunun %1,5 'luk kısmını oluşturmaktadır. Bununla birlikte renal replasman tedavilerinin en optimali olan böbrek naklide lupus nefriti için mümkündür. Tek istisnası aktivitesinin olmadığı bir süreci tamamlaması gerekmektedir. Hastalar genellikle hemodiyaliz süreci sonrası transplantasyon olsa bile pre-emptif dediğimiz diyaliz başlamadan nakil şansı mevcuttur.


30 Temmuz 2013 Salı

BUGÜN BÖBREĞİN İÇİN NE YAPTIN? KONU: YÜRÜME EN SAĞLIKLI SPORDUR.


Merhabalar Sevgili Dostlar,

Yeni bir hafta, yine yoğun bir şekilde başladı. 
"Bugün böbreğin için ne yaptın?" için cevabımız: Her gün 10-15dakika yürüyeceğim, diyoruz. 


Yürüyüşün vücudumuza sağladığı öyle güzel özellikler var ki haydi bir gözden geçirelim:

1-  Kas ve eklemlerimizin açılmasını sağlar.
2-  Kilo vermemize yardımcı olur. 
3-  Kötü kolesterol dediğimiz LDL'nin azalması, iyi kolesterol dediğimiz HDL 'nin artmasını sağlar.
4-  Vücudun şekil almasını, formda kalmasını sağlar.
5-  Düzenli nefes alıp vermeyi de sağlarsak rehabilitasyon sağlar ve sedatize edicidir. 
6-  Kas kitlesinin artışı ile dirilik, zindelik, canlılık kazandırır. Kendimizi iyi hisettirir, özgüvenimizi arttırır. 
7-  Konsantrasyon ve kondisyonumuzu artırır.
8-  Afrodizyak etkisi vardır.
9-  Aspirin etkisi sağlayarak kan dolaşımımızı düzenler.
10-Tansiyonu düşürür. Kan şekerini düzenler, insülin kullanımını azaltır.
11-Kabızlığı engeller.
12-Uyku problemlerini azaltır.

Görüldüğü gibi sadece ama sadece günde 15 dakika yürüme neleri sağlıyor. Hastalarımla bu bilgiyi paylaştığımda hep aynı tepkiyi görüyorum:" 15 dakika mı, ben daha fazlasını yürüyebilirim." . Sağlık için önerilen; daha önce hiç spor yapmamışlar için eklemlere yüklenmemek adına günlük yürüyüşünüz 15 dakika yeterlidir. Eklemlerinizde açılmayı, rahatlamayı hissedeceğiniz 15-30 gün sonra yürüyüş sürelerinizi artırabilirsiniz. Ne yazıktır ki bu tavsiyelerimizi sadece hastalık başına gelenler uyguluyor, korunması gereken sağlıklı kişiler için zor geliyor. bu nedenle yine tekrarlıyorum: "Hastalığınızı sevin, onunla uyumlu olun. Çünkü sizi doğru olanı yapmaya zorluyor."



Yürüyüş; tüm iç organlarımıza faydalı, kan biyokimyamızı, kan sayımımızı düzenleyici, aynı zamanda ruhumuzu rehabilite edici özelliktedir. Kilo kontrolü de cabasıdır.
Yürüyüş, en kolay, en sağlıklı spordur, ihmal etmeyin, sevdiklerinizi de teşvik edin.

Ve
"Lütfen Bağışlayın"

BUGÜN BÖBREĞİN İÇİN NE YAPTIN? KONU: ÇİKOLATA ve BÖBREK TAŞI

Sevgili dostlar
Çikolataları hepimiz seviyoruz, severek yiyoruz. Salgılattığı keyif verici hormonlar ile vücudumuza verdiği sakinlik, dirilik,iyilik hali hepimiz için vazgeçilmez duygulardır. Obezitenin, kilo kontrolünün, sağlıklı yaşamının önemi daha anlaşılır olduğu günümüzde çikolata tüketimide eskisi kadar yoğun olmamaktadır. Hatta bayanlar arasında sütlü çikolata "out" , bitter çikolata "in" oldu. Biz erkekler ise damağımıza düşkünüzdür. An itibari ile sütlü ise sütlü , bitter ise bitter tüketiriz. 



Bu kadar sözü girişte söylediğime göre bu işin böbrekler ile de bir alakası olduğunu anlamışsınızdır sanırım. Çikolata, kakao oksalik asit denilen böbrek taşı oluşumunda önem arz eden bir maddeyi içermektedir. Oksalik asit çok sayıda sebze ve meyvede hatta kuru gıdalarımızda da bulunmaktadır. Dikkat edilmesi gereken özelliği vücutta kalsiyuma bağlanma konusunda ilgisi olması nedeni ile hızla kalsiyum-oksalat çökeltisi oluşturma eğilimindedir. Bu idrar yollarında olduğunda idrarda bulunan tomm-harsfall proteini ile birleşince o çökeltinin adı kalsiyum oksalat taşı oluyor. Bu taş cinsi de en sık görülen böbrek taşıdır ve Ailesel geçiş gösterir. 

Oksalat içerdiğini bildiğimiz gıda alıyorsak yanında mutlaka kalsiyum içeren (süt-yoğurt gibi) gıda tüketelim ki oksalik asit barsakta kalsiyumla bağlansın ve dışkı yolu ile vücuttan atılsın. Oksalik asiti barsakta yalnız kalır ve emilime uğrarsa gideceği yer böbreklerdir ve mutlak kalsiyumu bağlar. 

Özetle ailede taş hastalığı öyküsü ya da  böbrek taşınız varsa çikolata tüketiminizi azaltın. Tercihinizi bitterden ziyade sütlü çikolatalardan yana kullanın .

29 Temmuz 2013 Pazartesi

POLİKİSTİK BÖBREK HASTALIĞI

Polikistik böbrek hastalığı genetik geçişli böbrek hastalıklarının en sık görüleni ve en iyi tanımlanmış olanıdır. Genellikle rastlantısal,  ultrasonografi kontrolünde ya da ailede bu hastalığı fark edilmiş ve diyalize giren, böbrek nakli olmuş yakını olanlarda tetkiklerde tespit edilir. Hastalık genellikle 40-50 yaşlarında hipertansiyon ve böbrek yetmezliği tablosu ile karşımıza çıkar.
Polikistik böbrek hastalığı kalıtımsal geçişli bir hastalıktır. Görülme sıklığı 1/400 ile 1/1000 gibi bir sıklıkta görülmektedir ve %2,5 gibi bir sıklıkta son dönem böbrek yetmezliği gelişimi olur. Kalıtımsal geçiş dolayısı ile ailede bir veya daha fazla jenerasyonda böbrek yetmezliği ve diyalize girme hikayesi vardır. Bölgelere göre görülme sıklığında bir değişim yoktur. Erkek ya da kadın cinsiyette görülme sıklığı aynıdır. Böbrek hastalıklarının sessiz bir kliniği olduğunu da göze alırsak hastaların büyük çoğunluğu son dönem böbrek yetmezliği ile gelirler. Bu hastaların büyük bir çoğunluğunun da yine ailesinde polikistik böbrek hastalığına bağlı diyalize girme öyküsü vardır. Otozomal dominant geçiş vardır, yani sizde ya da eşinizde polikistik böbrek yetmezliği varsa kız olsun erkek olsun çocuğunuzda görülme olasılığı %50'dir. Son dönem böbrek yetmezliği dediğimiz diyaliz ya da böbrek nakli gereken hastaların %5-10'u gibi bir oranı oluşturmaktadırlar.
Polikistik böbrek hastalığı olan kişiler hangi şikayetlerle karşılaşır veya nefroloji polikliniğe gelmesi gerekir dersek ;
1- HİPERTANSİYON: Hastalığın ilk döneminden itibaren gözlenebilir. Semptomatik ya da asemptomatik olabilir. Hipertansiyonun tedavisi ve kontrol altında olması önemlidir. Çünkü hastalık seyrinde ciddi etkisi olmaktadır.

2-HEMATÜRİ: İdrarda kan görülmesi demektir. Kist rüptürleri, ya da hepimizde olabilecek idrar yolu taşları, idrar yolu enfeksiyonları gibi nedenlerle görülebilir. Mutlaka idrarda görünür bir kan değil, mikroskop seviyesinde yani basit idrar tahlilinde fark edilebilecek düzeyde olabilir. Her ne seviyede olursa olsun mutlaka görüntüleme yöntemleri ile araştırılması gereken bir durumdur.

3-YAN AĞRISI: Sıklıkla çok sayıda kisti olan veya ileri derecede büyümüş kistleri olan hastalarda karşılaşılır. Böbreğin çevresinde bulunan, kapsül dediğimiz yağ dokusundan oluşan yapı temasa bağlı ağrıya duyarlıdır. Kistler kapsülü germeye başlarsa ağrı duyusu oluşabilir. Bel ağrısı gibi de yansıyabilir. Ayrıca hastalıkta karaciğer gibi pankreas gibi organlarımızda da benzer kistler oluşabilir. Bu organları saran zar dediğimiz yapınların gerilmeside ilaveten karın ağrısı tablosu oluşturabilir.

4-İDRAR YOLU ENFEKSİYONU: Böbrekte oluşan kistlerin orijini tübül dediğimiz ilk oluşan idrarı taşıyan sistemden oluşması dolayısı ile büyüyen her kist idrar yoluna bası ya da tıkaç oluşturarak idrar yolunda enfeksiyon gelişimi için uygun ortam sağlamaktadır. Bu durum idrar yolu ya da böbrek taşı oluşumunu da tetikleyebilmektedir. Esas korkulan ise nadir görülen bir durum olmakla birlikte kist içi enfeksiyonlardır. Su tüketiminin artırılması ve idrar yolu hijyeninin sağlanması bu hastalıkta bir kat daha önem arz etmektedir.

Polikistik böbrek hastalığında böbrek harici organ tutulumları da görülmektedir. Biraz evvel bahsettiğimiz gibi karaciğer ve pankreasta kist oluşumlarının yanı sıra kalp kapakçığı kusurları (Mitral kapak prolapsusu), beyin damarlarında anevrizma dediğimiz genişleme ile seyreden ölümcül olabilen durumlar olabilmektedir. Karaciğer daha sık olmakla birlikte pankreasta bir-iki, nadiren daha çok sayıda kistler olabilmektedir. İlgili organda fonksiyon bozukluğuna neden olduğu görülmemekle birlikte, aile öyküsü olmayan yeni tanı hastada görüntülemede tanısal amaçlı olarak önemlidir. Kist enfeksiyonu, kist yırtılması gibi durumlar açısından takibi önemlidir. Beyin damarları anevrizması denen durum çok sık rastlanmaz.


Hastalıkta tanı koymak görüntüleme yöntemlerimiz olan ultrasonografi, tomografi ve MR ile oldukça mümkündür. Bunların haricinde kan örneği alınarak gen analizi ile polikistik böbrek hastalığı gelişme olasılığını görmek mümkündür. Gen analizi özellikle istediğimiz tek durum; polikistik böbrek hastalığına bağlı böbrek nakli olmak zorunda olan hastada verici olan kardeşi ya da dördüncü dereceye kadar olan akrabada hastalığın bulunma riskinin değerlendirilmesi içindir. Bunun dışında gen analizi istemi tamamen hastanın isteğine bağlıdır.

Bir önemli nokta da polikistik böbrek hastalığında herkes mutlaka kronik böbrek yetmezliği ile diyalize girmek zorunda kalmamaktadır. Bunun nedeni de etkilenen genetik değişim bölgesi farklılıklarındandır.
Ama tüm polikistik böbrek hastaları için önerilerimiz aynıdır. Bunlar:
1- Tuz kullanımını azaltın. Tuz tüketimi özellikle hipertansiyona eğilimli olunması dolayısı ile önemlidir. Tansiyon gelişimi ve böbrek etkilenimini bozan “renin-angiotensin-aldosteron kaskatını aktive etmesi açısından önemlidir. Kist gelişimi ve büyümesinde etkili olan Anti-Diüretik Hormon (ADH) salınımını uyaracaktır.
2- Su tüketiminizi artırın. Bu uyarımız üre kreatinin değerleri, idrar protein atılımı olmayan hastalar için idamede özellikle önemlidir.
3-Fazla kilolarınız varsa zayıflamaya bakın. Kilo her kronik böbrek hastalığı sürecinde önem arz etmektedir.
4- Sigara, kahve, demli çay tüketimi gibi alışkanlıklar diğer böbrek hastalıklarına olan böbreğe olan etkileri, tansiyona olan etkileri ve kısmen kist gelişimi üzerine olan etkileri nedeni ile bırakılması önerilir.
5-Şakalaşma ile bile olsa spor amaçlı bile olsa darbelerden sırt ve karın bölgenizi koruyun. Kistlerin etkilenimi hayatiyet arz edecek duruma kadar ilerleyebilir.
6- Ağrı kesici olarak zorunlu hallerde paracetamol grubu tercih edin. Diğer ağrı kesicileri mümkün olduğunca tercih etmeyin.
7-Her türlü ilaç kullanımında nefroloji doktorunuzla irtibatta olun. Kist gelişimi ve böbrek yetmezliğinde ilerlemeye neden olabilecek ilaçlar konusunda uyanık olmak önemlidir.
8- Fitness gibi yürüyüş gibi hafif sporları tercih edin. Karın bölgesine ya da sırta çarpma, darbe alma riskiniz olan sporları ve izotonik egzersiz dediğimiz ağır sporları tercih etmeyin

Polikistik böbrek hastalığı düzenli takiplerle, ilaç ve diyet önerileri ile sağlıklı bir yaşamı uzun süre sağlayabilirler. Kesin çözüm oluşturacak yani kist gelişimini engelleyen ve böbrek fonksiyon testlerinde artışı durduracak bir ilaç halen tüm çalışmalara rağmen kullanılamamaktadır. Ama çalışmaları devam etmektedir.



27 Temmuz 2013 Cumartesi

BUGÜN BÖBREĞİN İÇİN NE YAPTIN? KONU:TUZ

Sevgili dostlar tuz tüketimi ülkemizde inanılmaz düzeylerde seyrediyor. Türk Nefroloji Derneğimiz bir çalışma başlatmıştı ,  SalTurk . Bu çalışma ile Türkiye'de tuz tüketiminin doğusu batısı yok. Trakya'da bile 17gramlarda günlük tuz tüketimi var. Rekor değer 22gram/gün. Müthiş. Bir ilaç firması bu çalışmayı destekleyerek 5gram, 17gram, 22gramlık tuz poşetleri hazırlamış. Mutlaka aynı işi sizlerinde yapmasını istiyorum. Göreceksiniz ve sizde benim gibi "bu kadar tuzda yetmez mi bir insana ?"  diye soracaksınız kendi kendinize. Bu sadece yemeklerimize attığımız tuz için geçerli bir miktar. Aslında aldığımız gıdalarla öyle çok tuz tüketiyoruz ki. İşin en zor tarafıda çocukluk döneminden itibaren tuz lezzetine alışıyoruz ve vazgeçilmezimiz oluyor. Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı "tuza hayır" ,diyor ve ekmekte tuz oranının azaltılmasını, kepek oranının artırılmasını söylüyor; fırıncılar odası "ekmek kabarmaz ki" diye cevap veriyor. Buradan şu sonuç çıkıyorki tuzsuz diye aldığımız ekmekten bile tuz alıyoruz.

Bunun haricinde diyalize başlamış ya da evre-4, evre-5 kronik böbrek yetmezliği hastalarımızla yaptığımız poliklinik görüşmelerinde tuz kullanmıyorum diyen hastalarımızdaki tuz açığını(öyle bir açıkta yok aslında) karşıladıkları besinlere gelince:
1- Büyük bir çoğunluk turşu tüketiyor.
2- İkinci büyük çoğunluk zeytin tüketimini artırıyor.
3- Ticaretle uğraşan hastalarımız dışardan hazır gıda tüketimine başvuruyor.
4- Ev yapımı salçalar hala devam ediyor. Damak lezzetine düşkün olup biber salçası tüketenler az değil. Ne kadar tuzlu olduğunu biliyorsunuzdur.
5- İşlenmiş kuruyemişler . Tuzlu leblebi, fıstık, fındık haricinde diğer kuruyemişlerde de tuz oranı hiç de fena değil.
6- Salamura edilmiş ürün tüketimleri. Ev yapımı peynir,asma yaprağı ön planda geliyor.
7- Pul biber tüketimi yine en sık tuz karşılama araçlarından bir tanesi. Bildiğimiz üzere pul biber nemlenirse "aflatoksin" dediğimiz kanserojen bir madde üretiyor. Nemlenmeyi bozulmayı engellemek için tuzla muamele görüyor.
8- Maden sodaları da yine mineral yönünden zengin bir diğer tüketim ürünümüz.
9- Ekmek tüketimi. Özellikle yufka ve pide ekmeği tuzdan bir hayli zengin yapılıyor.

Gördüğümüz gibi tuzu fiilen yemeklerimize atmasak bile aldığımız her gıdadan misli ile tuzzu vücudumuza alıyoruz. Burda yazdıklarım hepimizin sıklıkla tükettiği ürünlerdir. Extra daha tuzu aldığımız ürünlerde cabası.
Burada isimlerini saydığım gıdalarda tuz yönünden dikkat etmemiz gereken gıdalardır. Hastalarımın bilmeden yaptığı hatalar olarak sizlere anlattım. Artık hepimiz bu bilgilerden mesulüz. Öğrendik, çevremizdeki böbrek,kalp,tansiyon hastalarına bu bilgileri paylaşacağız.


Bu bilgiler ışığında "Bugün böbreğin için ne yaptın ? "sorusuna ne diyoruz:Tuz tüketimimi azaltıyorum.



"Lütfen Bağışlayın"

24 Temmuz 2013 Çarşamba

BUGÜN BÖBREĞİN İÇİN NE YAPTIN?

Bugünden itibaren böbrek sağlığımız için küçük hatırlatmalar yaparak kulağımıza küpe olacak bilgiler paylaşacağız. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi böbrek hastalıkları ve süreçleri tanımlanmış ve tanıya ulaşmak kolaylaştıkça kronik böbrek yetmezliği (KBY) diyaliz ve böbrek nakli  kadavra bekleme listesi havuzu her geçen gün büyümektedir . Bu nedenle tedavi kadar kendi kendimizin doktoru olmak , otokontrolümüzü sağlamlaştırmak büyük önem kazanıyor. Son KBY üzerine hazırlanan kılavuzlarda artık biyokimya dediğimiz kan tahlilinde üre, kreatinin  değeri ya da idrar tahlili normal gelse bile ailesinde KBY, idrar yolu ya da böbrek taşı öyküsü veya nefrotik sendrom öyküsü, genetik geçişli böbrek hastalıkları olan her kişi evre-1 KBY olarak takip edilecektir.


Bu nedenle yediğimiz , içtiğimiz, yaptığımız , yapacağımız herseyden biz sorumluyuz. Ayrıca basından ya da böbrek hastası yakınlarımızdan biliyoruz ki böbrek hastalıkları sinsi seyreder. Ağrı sızı olmadan böbreklerimize kasteder. Eğer ailemizde böbrek hastası varsa en kısa zamanda ; yoksa şayet ilk boş fırsatımızda böbrek için kan, idrar tahlillerimizi, fırsat olursa ultrasonografimizi de çektirerek nefroloji uzmanımızla irtibata geçelim.

Evet sevgili böbrek dostlarım, bu ilk yazımızla birlikte ilk cevabımız:
" Böbrek fonksiyon testlerimi en kısa zamanda yaptırıp böbreklerim hakkında bilgi sahibi olacağım" olacaktır.

Sloganımızı da unutmayalım:
"Lütfen Bağışlayın"

22 Temmuz 2013 Pazartesi

AKKİZ BÖBREK KİSTİ HASTALIĞI

Pek çok kişinin nefroloji polikliniğinin kapısını ilk çaldığı tanıdır. Ailesinde böbrek hastalığı olmayan ve bu nedenle nefroloji bölümünün hangi hastalıklara baktığını bilmeyen hastalarımız böbrekte kist veya kistlerin varlığı ile diğer bölümlerin referansı sonucu ilk kez bu hastalığın varlığında bölümümüzü tanırlar.
 "Böbrek kisti hastalığı" terimi geniş bir tanım aralığıdır. Çünkü kalıtsal, gelişimsel, akkiz diye tıpta tanımlanan doğumdan sonra herhangi bir dönemde gelişebilen çeşitlilik arz etmektedir. Kistler her tip böbrek kisti hastalığında korteks dediğimiz böbreğin dış kısmında, meduller bölge dediğimiz böbreğin iç katmanında ya da kortikomeduller bölge diyebileceğimiz böbrek katmanların arasındaki sınıra yakın her iki bölgeyi kapsayabilir. Akkiz kistik böbrek hastalığında altta yatan önceye ait bir böbrek hastalığı veya böbrek yetmezliği durumu yoktur. Genellikle her iki böbreği tutma eğilimindedir. İçi sıvı dolu kesecikler şeklinde birden fazla sayıda kistlerin varlığı ile tanımlanır. Herhangi belirti ya da bulguya rastlanmaz. Çoğunca check-up amaçlı ya da başka bir nedenden ötürü yaptırılan ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, magnetik rezonans görüntüleme gibi tetkiklerde tanı alır ve nefrolojiye refere edilir.
Bununla birlikte her ne kadar hastalarda geçmişe ait böbrek hastalığı öyküsü bulunmamaktadır diye belirtmekle birlikte hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda hemodiyaliz tedavisinin süresi ile doğru orantılı olarak görülme sıklığı artmaktadır. Üremik durum dediğimiz kanda üre değerinin normalden yüksek olduğu durumların provake edici özelliği literatürde bildirilmektedir.
Hastalıkta net bir mekanizma tarif edilememekle birlikte literatürde geçen varsayımlar şu şekildedir:
1- Renal tübüler blok: Böbrek tübülü, böbreğimizi oluşturan nefron diye tanımladığımız en küçük yapısının bir parçasını oluşturur. Burada oluşabilecek bir blok kist oluşumunu tetiklemektedir.
2- Kompansatuvar büyüme: kronik böbrek yetmezliği sürecindeki böbrek dokusu kaybına bağlı canlı kalan bölümlerde hipertrofi ve hiperplazi gelişimi tübüler dokularda da meydana gelir. Tubuler değişim esnasında gelişen transepitelyal sıvı geçişi kistlerin gelişimi ile sonuçlanır. Provakatör faktörlerden en belli başlıları büyüme faktörleri ve onkogenlerdir.
3- İskemi : Primer ya da sekonder( son dönem böbrek yetmezliği ve diyaliz süreci sonrası) nedenli böbreği besleyen damarlarda gelişen tıkanıklık ve bunun sonucu sekonder gelişen doku asidozu durumu kısır döngü içerisinde dokunun ve onun yapı taşı olan hücrelerin ölümü ile sonuçlanır. Bu srüçte epitelyal yapılarda oluşan değişim süreci ile kistlerin gelişimine neden olacağı düşünülmektedir.
Hastalığın sıklığı değişkenlik göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri'ne ait ulusal veri kayıt sistemine göre prediyaliz dönemde bu oran %7-22 arasındadır. Diyaliz alan grupta ise diyaliz tedavisinin süresin göre artış göstermektedir. 3 yılın altıda diyaliz tedavisi gören hastalarda bu oran %44, 3 yıldan fazla süredir alan hastada %79, 10 yıldan fazla süre hemodiyaliz tedavi alanlarda ise bu oran %90'ı bulmaktadır. Erkeklerde kadınlara oranlara daha sık görülmektedir.
Genellikle belirti olmaksızın hastalar hayatını idame etmektedir fakat nadirende olsa karın içi ya da böbrek içi kanama, hematüri dediğimiz idrarda kan bulunması durumu, yan ağrısı, kolik tarzı(sancılanma) ağrı, kist enfeksiyonu görülebilir. Böbrek nakli sonrası dönemde kistik formasyonun tekrarlamadığı yönünde yayınlar olmakla birlikte nativ böbrekte kistik değişimin devam ettiğini belirten vaka sunumlarıda vardır.
Akkiz böbrek kisti hastalığında fizik muayenede böbrekler polikistik böbrek hastalığında olduğu gibi palpe edilebilir( böbrek sadece böbrek içi kanama olması halinde olur). Genellikle palpe edilemez. Histolojik değerlendirmede de kistler arası normal böbrek dokusu korunmuştur.
Kistik böbrek hastalığı tanısında tanı yöntemi görüntüleme teknikleridir. Bunlardan ucuz olması ve herhangi bir girişimsel metoda gerek olmaması nedeni ile ultrasonografi ilk tercihimiz olacaktır. Ultrasonografide kistlerin komplike mi , nonkomplike mi olduğunu, böbrek boyutlarında artışa neden olup olmadığını, diğer organlarda tutulum olup olmadığını, böbrek ekojenitesi ve komplike ise kist içi ekojenitesini değerlendirebiliriz. Komplike kistten kastedilen kist içi sıvı birikimidir ve ultrasonografide izodens ya da artmış ekojenite ile görülür. Bu kist içi sıvı kan ve pıhtılaşma var ise hiperekojen bir görünüm ile karşımıza çıkar. Pıhtı formasyonu mu kanser gelişimi mi ayrımı için dinamik bilgisayarlı tomografiye ihtiyaç vardır. Kontrastlı bilgisayarlı tomografi erken dönem değerlendirme ve böbrek kanseri yakalama açısından ultrasonografiye üstündür. Prediyaliz hastalarda kontrast madde kullanımının sonuçları ve kistlerin bu dönemde genelde küçük olmaları nedeni ile öncelikli tercih edilmez. Magnetik rezonans görüntüleme ise bilgisayarlı tomografiyi tolere edemeyecek hastalarda bir diğer görüntüleme yöntemidir. Diffüzyon MR ise enfekte kist ayrımında özellikle multikistik böbrek hastalığında anlamlıdır.
Tanıda bir diğer yöntem ise içi sıvı dolu kistlerde kanama ve pıhtı formasyonundan şüphelenilen hastalarda böbrek kanserini dışlamak için kist aspirasyon biyopsisidir.
Yan ağrısı ya da kolik ağrısı çeken hastada narkotik(morfin, kodein)veya narkotik olmayan(parasetamol vb) ağrı kesiciler kullanılabilir. Aspirin ve özellikle diyaliz hastalarında heparin kullanımından kaçınılması gerekir.
Cerrahi tedavi gerektiren durumlar :

1. Ciddi kanama epizodları geçiren hastalarda tedavi embolektomi ya da nefrektomidir.

2. İleri görüntüleme yöntemleri ile böbrek kanseri şüphesi varlığında kist çapları 3cm'den büyük ise ya da 3cm'den küçük fakat komplike kistlerde nefrektomi önerilir.
Tedaviye yönelik özel bir ilaç grubu olmadığı gibi diyet için özel bir formülü bulunmamak-tadır.
 Egzersiz, spor yaşam biçimi olan hastalarımız için tek önerimiz kanama epizodları döneminde yatak istirahatidir.
Komplikasyonları :

1-Akkiz kistik böbrek hastalığında böbrek kanserine dönüşüm oranı normal popülasyona göre 40 kat artmıştır.
2- Kistik kanama bazen hematüri ile birlikte olabilir. Kist rüptürüne bağlı olarak retroperitoneal karın içi kanama veya perinefrik dediğimiz böbrek içi kanama görülebilir. Kanama nadiren hipovolemik şoka neden olacak düzeydedir. Kist içinde ya da kist çevresinde kalsifikasyon dediğimiz kireçlenmeler görülebilir.
3- Kist enfeksiyonu abse oluşumu ya da sepsis dediğimiz enfksiyonun kana karışması ile genel durum bozukluğu hali görülebilir.