Blog içinde konu aramak için yazın

30 Temmuz 2013 Salı

BUGÜN BÖBREĞİN İÇİN NE YAPTIN? KONU: YÜRÜME EN SAĞLIKLI SPORDUR.


Merhabalar Sevgili Dostlar,

Yeni bir hafta, yine yoğun bir şekilde başladı. 
"Bugün böbreğin için ne yaptın?" için cevabımız: Her gün 10-15dakika yürüyeceğim, diyoruz. 


Yürüyüşün vücudumuza sağladığı öyle güzel özellikler var ki haydi bir gözden geçirelim:

1-  Kas ve eklemlerimizin açılmasını sağlar.
2-  Kilo vermemize yardımcı olur. 
3-  Kötü kolesterol dediğimiz LDL'nin azalması, iyi kolesterol dediğimiz HDL 'nin artmasını sağlar.
4-  Vücudun şekil almasını, formda kalmasını sağlar.
5-  Düzenli nefes alıp vermeyi de sağlarsak rehabilitasyon sağlar ve sedatize edicidir. 
6-  Kas kitlesinin artışı ile dirilik, zindelik, canlılık kazandırır. Kendimizi iyi hisettirir, özgüvenimizi arttırır. 
7-  Konsantrasyon ve kondisyonumuzu artırır.
8-  Afrodizyak etkisi vardır.
9-  Aspirin etkisi sağlayarak kan dolaşımımızı düzenler.
10-Tansiyonu düşürür. Kan şekerini düzenler, insülin kullanımını azaltır.
11-Kabızlığı engeller.
12-Uyku problemlerini azaltır.

Görüldüğü gibi sadece ama sadece günde 15 dakika yürüme neleri sağlıyor. Hastalarımla bu bilgiyi paylaştığımda hep aynı tepkiyi görüyorum:" 15 dakika mı, ben daha fazlasını yürüyebilirim." . Sağlık için önerilen; daha önce hiç spor yapmamışlar için eklemlere yüklenmemek adına günlük yürüyüşünüz 15 dakika yeterlidir. Eklemlerinizde açılmayı, rahatlamayı hissedeceğiniz 15-30 gün sonra yürüyüş sürelerinizi artırabilirsiniz. Ne yazıktır ki bu tavsiyelerimizi sadece hastalık başına gelenler uyguluyor, korunması gereken sağlıklı kişiler için zor geliyor. bu nedenle yine tekrarlıyorum: "Hastalığınızı sevin, onunla uyumlu olun. Çünkü sizi doğru olanı yapmaya zorluyor."



Yürüyüş; tüm iç organlarımıza faydalı, kan biyokimyamızı, kan sayımımızı düzenleyici, aynı zamanda ruhumuzu rehabilite edici özelliktedir. Kilo kontrolü de cabasıdır.
Yürüyüş, en kolay, en sağlıklı spordur, ihmal etmeyin, sevdiklerinizi de teşvik edin.

Ve
"Lütfen Bağışlayın"

BUGÜN BÖBREĞİN İÇİN NE YAPTIN? KONU: ÇİKOLATA ve BÖBREK TAŞI

Sevgili dostlar
Çikolataları hepimiz seviyoruz, severek yiyoruz. Salgılattığı keyif verici hormonlar ile vücudumuza verdiği sakinlik, dirilik,iyilik hali hepimiz için vazgeçilmez duygulardır. Obezitenin, kilo kontrolünün, sağlıklı yaşamının önemi daha anlaşılır olduğu günümüzde çikolata tüketimide eskisi kadar yoğun olmamaktadır. Hatta bayanlar arasında sütlü çikolata "out" , bitter çikolata "in" oldu. Biz erkekler ise damağımıza düşkünüzdür. An itibari ile sütlü ise sütlü , bitter ise bitter tüketiriz. 



Bu kadar sözü girişte söylediğime göre bu işin böbrekler ile de bir alakası olduğunu anlamışsınızdır sanırım. Çikolata, kakao oksalik asit denilen böbrek taşı oluşumunda önem arz eden bir maddeyi içermektedir. Oksalik asit çok sayıda sebze ve meyvede hatta kuru gıdalarımızda da bulunmaktadır. Dikkat edilmesi gereken özelliği vücutta kalsiyuma bağlanma konusunda ilgisi olması nedeni ile hızla kalsiyum-oksalat çökeltisi oluşturma eğilimindedir. Bu idrar yollarında olduğunda idrarda bulunan tomm-harsfall proteini ile birleşince o çökeltinin adı kalsiyum oksalat taşı oluyor. Bu taş cinsi de en sık görülen böbrek taşıdır ve Ailesel geçiş gösterir. 

Oksalat içerdiğini bildiğimiz gıda alıyorsak yanında mutlaka kalsiyum içeren (süt-yoğurt gibi) gıda tüketelim ki oksalik asit barsakta kalsiyumla bağlansın ve dışkı yolu ile vücuttan atılsın. Oksalik asiti barsakta yalnız kalır ve emilime uğrarsa gideceği yer böbreklerdir ve mutlak kalsiyumu bağlar. 

Özetle ailede taş hastalığı öyküsü ya da  böbrek taşınız varsa çikolata tüketiminizi azaltın. Tercihinizi bitterden ziyade sütlü çikolatalardan yana kullanın .

29 Temmuz 2013 Pazartesi

POLİKİSTİK BÖBREK HASTALIĞI

Polikistik böbrek hastalığı genetik geçişli böbrek hastalıklarının en sık görüleni ve en iyi tanımlanmış olanıdır. Genellikle rastlantısal,  ultrasonografi kontrolünde ya da ailede bu hastalığı fark edilmiş ve diyalize giren, böbrek nakli olmuş yakını olanlarda tetkiklerde tespit edilir. Hastalık genellikle 40-50 yaşlarında hipertansiyon ve böbrek yetmezliği tablosu ile karşımıza çıkar.
Polikistik böbrek hastalığı kalıtımsal geçişli bir hastalıktır. Görülme sıklığı 1/400 ile 1/1000 gibi bir sıklıkta görülmektedir ve %2,5 gibi bir sıklıkta son dönem böbrek yetmezliği gelişimi olur. Kalıtımsal geçiş dolayısı ile ailede bir veya daha fazla jenerasyonda böbrek yetmezliği ve diyalize girme hikayesi vardır. Bölgelere göre görülme sıklığında bir değişim yoktur. Erkek ya da kadın cinsiyette görülme sıklığı aynıdır. Böbrek hastalıklarının sessiz bir kliniği olduğunu da göze alırsak hastaların büyük çoğunluğu son dönem böbrek yetmezliği ile gelirler. Bu hastaların büyük bir çoğunluğunun da yine ailesinde polikistik böbrek hastalığına bağlı diyalize girme öyküsü vardır. Otozomal dominant geçiş vardır, yani sizde ya da eşinizde polikistik böbrek yetmezliği varsa kız olsun erkek olsun çocuğunuzda görülme olasılığı %50'dir. Son dönem böbrek yetmezliği dediğimiz diyaliz ya da böbrek nakli gereken hastaların %5-10'u gibi bir oranı oluşturmaktadırlar.
Polikistik böbrek hastalığı olan kişiler hangi şikayetlerle karşılaşır veya nefroloji polikliniğe gelmesi gerekir dersek ;
1- HİPERTANSİYON: Hastalığın ilk döneminden itibaren gözlenebilir. Semptomatik ya da asemptomatik olabilir. Hipertansiyonun tedavisi ve kontrol altında olması önemlidir. Çünkü hastalık seyrinde ciddi etkisi olmaktadır.

2-HEMATÜRİ: İdrarda kan görülmesi demektir. Kist rüptürleri, ya da hepimizde olabilecek idrar yolu taşları, idrar yolu enfeksiyonları gibi nedenlerle görülebilir. Mutlaka idrarda görünür bir kan değil, mikroskop seviyesinde yani basit idrar tahlilinde fark edilebilecek düzeyde olabilir. Her ne seviyede olursa olsun mutlaka görüntüleme yöntemleri ile araştırılması gereken bir durumdur.

3-YAN AĞRISI: Sıklıkla çok sayıda kisti olan veya ileri derecede büyümüş kistleri olan hastalarda karşılaşılır. Böbreğin çevresinde bulunan, kapsül dediğimiz yağ dokusundan oluşan yapı temasa bağlı ağrıya duyarlıdır. Kistler kapsülü germeye başlarsa ağrı duyusu oluşabilir. Bel ağrısı gibi de yansıyabilir. Ayrıca hastalıkta karaciğer gibi pankreas gibi organlarımızda da benzer kistler oluşabilir. Bu organları saran zar dediğimiz yapınların gerilmeside ilaveten karın ağrısı tablosu oluşturabilir.

4-İDRAR YOLU ENFEKSİYONU: Böbrekte oluşan kistlerin orijini tübül dediğimiz ilk oluşan idrarı taşıyan sistemden oluşması dolayısı ile büyüyen her kist idrar yoluna bası ya da tıkaç oluşturarak idrar yolunda enfeksiyon gelişimi için uygun ortam sağlamaktadır. Bu durum idrar yolu ya da böbrek taşı oluşumunu da tetikleyebilmektedir. Esas korkulan ise nadir görülen bir durum olmakla birlikte kist içi enfeksiyonlardır. Su tüketiminin artırılması ve idrar yolu hijyeninin sağlanması bu hastalıkta bir kat daha önem arz etmektedir.

Polikistik böbrek hastalığında böbrek harici organ tutulumları da görülmektedir. Biraz evvel bahsettiğimiz gibi karaciğer ve pankreasta kist oluşumlarının yanı sıra kalp kapakçığı kusurları (Mitral kapak prolapsusu), beyin damarlarında anevrizma dediğimiz genişleme ile seyreden ölümcül olabilen durumlar olabilmektedir. Karaciğer daha sık olmakla birlikte pankreasta bir-iki, nadiren daha çok sayıda kistler olabilmektedir. İlgili organda fonksiyon bozukluğuna neden olduğu görülmemekle birlikte, aile öyküsü olmayan yeni tanı hastada görüntülemede tanısal amaçlı olarak önemlidir. Kist enfeksiyonu, kist yırtılması gibi durumlar açısından takibi önemlidir. Beyin damarları anevrizması denen durum çok sık rastlanmaz.


Hastalıkta tanı koymak görüntüleme yöntemlerimiz olan ultrasonografi, tomografi ve MR ile oldukça mümkündür. Bunların haricinde kan örneği alınarak gen analizi ile polikistik böbrek hastalığı gelişme olasılığını görmek mümkündür. Gen analizi özellikle istediğimiz tek durum; polikistik böbrek hastalığına bağlı böbrek nakli olmak zorunda olan hastada verici olan kardeşi ya da dördüncü dereceye kadar olan akrabada hastalığın bulunma riskinin değerlendirilmesi içindir. Bunun dışında gen analizi istemi tamamen hastanın isteğine bağlıdır.

Bir önemli nokta da polikistik böbrek hastalığında herkes mutlaka kronik böbrek yetmezliği ile diyalize girmek zorunda kalmamaktadır. Bunun nedeni de etkilenen genetik değişim bölgesi farklılıklarındandır.
Ama tüm polikistik böbrek hastaları için önerilerimiz aynıdır. Bunlar:
1- Tuz kullanımını azaltın. Tuz tüketimi özellikle hipertansiyona eğilimli olunması dolayısı ile önemlidir. Tansiyon gelişimi ve böbrek etkilenimini bozan “renin-angiotensin-aldosteron kaskatını aktive etmesi açısından önemlidir. Kist gelişimi ve büyümesinde etkili olan Anti-Diüretik Hormon (ADH) salınımını uyaracaktır.
2- Su tüketiminizi artırın. Bu uyarımız üre kreatinin değerleri, idrar protein atılımı olmayan hastalar için idamede özellikle önemlidir.
3-Fazla kilolarınız varsa zayıflamaya bakın. Kilo her kronik böbrek hastalığı sürecinde önem arz etmektedir.
4- Sigara, kahve, demli çay tüketimi gibi alışkanlıklar diğer böbrek hastalıklarına olan böbreğe olan etkileri, tansiyona olan etkileri ve kısmen kist gelişimi üzerine olan etkileri nedeni ile bırakılması önerilir.
5-Şakalaşma ile bile olsa spor amaçlı bile olsa darbelerden sırt ve karın bölgenizi koruyun. Kistlerin etkilenimi hayatiyet arz edecek duruma kadar ilerleyebilir.
6- Ağrı kesici olarak zorunlu hallerde paracetamol grubu tercih edin. Diğer ağrı kesicileri mümkün olduğunca tercih etmeyin.
7-Her türlü ilaç kullanımında nefroloji doktorunuzla irtibatta olun. Kist gelişimi ve böbrek yetmezliğinde ilerlemeye neden olabilecek ilaçlar konusunda uyanık olmak önemlidir.
8- Fitness gibi yürüyüş gibi hafif sporları tercih edin. Karın bölgesine ya da sırta çarpma, darbe alma riskiniz olan sporları ve izotonik egzersiz dediğimiz ağır sporları tercih etmeyin

Polikistik böbrek hastalığı düzenli takiplerle, ilaç ve diyet önerileri ile sağlıklı bir yaşamı uzun süre sağlayabilirler. Kesin çözüm oluşturacak yani kist gelişimini engelleyen ve böbrek fonksiyon testlerinde artışı durduracak bir ilaç halen tüm çalışmalara rağmen kullanılamamaktadır. Ama çalışmaları devam etmektedir.



27 Temmuz 2013 Cumartesi

BUGÜN BÖBREĞİN İÇİN NE YAPTIN? KONU:TUZ

Sevgili dostlar tuz tüketimi ülkemizde inanılmaz düzeylerde seyrediyor. Türk Nefroloji Derneğimiz bir çalışma başlatmıştı ,  SalTurk . Bu çalışma ile Türkiye'de tuz tüketiminin doğusu batısı yok. Trakya'da bile 17gramlarda günlük tuz tüketimi var. Rekor değer 22gram/gün. Müthiş. Bir ilaç firması bu çalışmayı destekleyerek 5gram, 17gram, 22gramlık tuz poşetleri hazırlamış. Mutlaka aynı işi sizlerinde yapmasını istiyorum. Göreceksiniz ve sizde benim gibi "bu kadar tuzda yetmez mi bir insana ?"  diye soracaksınız kendi kendinize. Bu sadece yemeklerimize attığımız tuz için geçerli bir miktar. Aslında aldığımız gıdalarla öyle çok tuz tüketiyoruz ki. İşin en zor tarafıda çocukluk döneminden itibaren tuz lezzetine alışıyoruz ve vazgeçilmezimiz oluyor. Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı "tuza hayır" ,diyor ve ekmekte tuz oranının azaltılmasını, kepek oranının artırılmasını söylüyor; fırıncılar odası "ekmek kabarmaz ki" diye cevap veriyor. Buradan şu sonuç çıkıyorki tuzsuz diye aldığımız ekmekten bile tuz alıyoruz.

Bunun haricinde diyalize başlamış ya da evre-4, evre-5 kronik böbrek yetmezliği hastalarımızla yaptığımız poliklinik görüşmelerinde tuz kullanmıyorum diyen hastalarımızdaki tuz açığını(öyle bir açıkta yok aslında) karşıladıkları besinlere gelince:
1- Büyük bir çoğunluk turşu tüketiyor.
2- İkinci büyük çoğunluk zeytin tüketimini artırıyor.
3- Ticaretle uğraşan hastalarımız dışardan hazır gıda tüketimine başvuruyor.
4- Ev yapımı salçalar hala devam ediyor. Damak lezzetine düşkün olup biber salçası tüketenler az değil. Ne kadar tuzlu olduğunu biliyorsunuzdur.
5- İşlenmiş kuruyemişler . Tuzlu leblebi, fıstık, fındık haricinde diğer kuruyemişlerde de tuz oranı hiç de fena değil.
6- Salamura edilmiş ürün tüketimleri. Ev yapımı peynir,asma yaprağı ön planda geliyor.
7- Pul biber tüketimi yine en sık tuz karşılama araçlarından bir tanesi. Bildiğimiz üzere pul biber nemlenirse "aflatoksin" dediğimiz kanserojen bir madde üretiyor. Nemlenmeyi bozulmayı engellemek için tuzla muamele görüyor.
8- Maden sodaları da yine mineral yönünden zengin bir diğer tüketim ürünümüz.
9- Ekmek tüketimi. Özellikle yufka ve pide ekmeği tuzdan bir hayli zengin yapılıyor.

Gördüğümüz gibi tuzu fiilen yemeklerimize atmasak bile aldığımız her gıdadan misli ile tuzzu vücudumuza alıyoruz. Burda yazdıklarım hepimizin sıklıkla tükettiği ürünlerdir. Extra daha tuzu aldığımız ürünlerde cabası.
Burada isimlerini saydığım gıdalarda tuz yönünden dikkat etmemiz gereken gıdalardır. Hastalarımın bilmeden yaptığı hatalar olarak sizlere anlattım. Artık hepimiz bu bilgilerden mesulüz. Öğrendik, çevremizdeki böbrek,kalp,tansiyon hastalarına bu bilgileri paylaşacağız.


Bu bilgiler ışığında "Bugün böbreğin için ne yaptın ? "sorusuna ne diyoruz:Tuz tüketimimi azaltıyorum.



"Lütfen Bağışlayın"

24 Temmuz 2013 Çarşamba

BUGÜN BÖBREĞİN İÇİN NE YAPTIN?

Bugünden itibaren böbrek sağlığımız için küçük hatırlatmalar yaparak kulağımıza küpe olacak bilgiler paylaşacağız. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi böbrek hastalıkları ve süreçleri tanımlanmış ve tanıya ulaşmak kolaylaştıkça kronik böbrek yetmezliği (KBY) diyaliz ve böbrek nakli  kadavra bekleme listesi havuzu her geçen gün büyümektedir . Bu nedenle tedavi kadar kendi kendimizin doktoru olmak , otokontrolümüzü sağlamlaştırmak büyük önem kazanıyor. Son KBY üzerine hazırlanan kılavuzlarda artık biyokimya dediğimiz kan tahlilinde üre, kreatinin  değeri ya da idrar tahlili normal gelse bile ailesinde KBY, idrar yolu ya da böbrek taşı öyküsü veya nefrotik sendrom öyküsü, genetik geçişli böbrek hastalıkları olan her kişi evre-1 KBY olarak takip edilecektir.


Bu nedenle yediğimiz , içtiğimiz, yaptığımız , yapacağımız herseyden biz sorumluyuz. Ayrıca basından ya da böbrek hastası yakınlarımızdan biliyoruz ki böbrek hastalıkları sinsi seyreder. Ağrı sızı olmadan böbreklerimize kasteder. Eğer ailemizde böbrek hastası varsa en kısa zamanda ; yoksa şayet ilk boş fırsatımızda böbrek için kan, idrar tahlillerimizi, fırsat olursa ultrasonografimizi de çektirerek nefroloji uzmanımızla irtibata geçelim.

Evet sevgili böbrek dostlarım, bu ilk yazımızla birlikte ilk cevabımız:
" Böbrek fonksiyon testlerimi en kısa zamanda yaptırıp böbreklerim hakkında bilgi sahibi olacağım" olacaktır.

Sloganımızı da unutmayalım:
"Lütfen Bağışlayın"

22 Temmuz 2013 Pazartesi

AKKİZ BÖBREK KİSTİ HASTALIĞI

Pek çok kişinin nefroloji polikliniğinin kapısını ilk çaldığı tanıdır. Ailesinde böbrek hastalığı olmayan ve bu nedenle nefroloji bölümünün hangi hastalıklara baktığını bilmeyen hastalarımız böbrekte kist veya kistlerin varlığı ile diğer bölümlerin referansı sonucu ilk kez bu hastalığın varlığında bölümümüzü tanırlar.
 "Böbrek kisti hastalığı" terimi geniş bir tanım aralığıdır. Çünkü kalıtsal, gelişimsel, akkiz diye tıpta tanımlanan doğumdan sonra herhangi bir dönemde gelişebilen çeşitlilik arz etmektedir. Kistler her tip böbrek kisti hastalığında korteks dediğimiz böbreğin dış kısmında, meduller bölge dediğimiz böbreğin iç katmanında ya da kortikomeduller bölge diyebileceğimiz böbrek katmanların arasındaki sınıra yakın her iki bölgeyi kapsayabilir. Akkiz kistik böbrek hastalığında altta yatan önceye ait bir böbrek hastalığı veya böbrek yetmezliği durumu yoktur. Genellikle her iki böbreği tutma eğilimindedir. İçi sıvı dolu kesecikler şeklinde birden fazla sayıda kistlerin varlığı ile tanımlanır. Herhangi belirti ya da bulguya rastlanmaz. Çoğunca check-up amaçlı ya da başka bir nedenden ötürü yaptırılan ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, magnetik rezonans görüntüleme gibi tetkiklerde tanı alır ve nefrolojiye refere edilir.
Bununla birlikte her ne kadar hastalarda geçmişe ait böbrek hastalığı öyküsü bulunmamaktadır diye belirtmekle birlikte hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda hemodiyaliz tedavisinin süresi ile doğru orantılı olarak görülme sıklığı artmaktadır. Üremik durum dediğimiz kanda üre değerinin normalden yüksek olduğu durumların provake edici özelliği literatürde bildirilmektedir.
Hastalıkta net bir mekanizma tarif edilememekle birlikte literatürde geçen varsayımlar şu şekildedir:
1- Renal tübüler blok: Böbrek tübülü, böbreğimizi oluşturan nefron diye tanımladığımız en küçük yapısının bir parçasını oluşturur. Burada oluşabilecek bir blok kist oluşumunu tetiklemektedir.
2- Kompansatuvar büyüme: kronik böbrek yetmezliği sürecindeki böbrek dokusu kaybına bağlı canlı kalan bölümlerde hipertrofi ve hiperplazi gelişimi tübüler dokularda da meydana gelir. Tubuler değişim esnasında gelişen transepitelyal sıvı geçişi kistlerin gelişimi ile sonuçlanır. Provakatör faktörlerden en belli başlıları büyüme faktörleri ve onkogenlerdir.
3- İskemi : Primer ya da sekonder( son dönem böbrek yetmezliği ve diyaliz süreci sonrası) nedenli böbreği besleyen damarlarda gelişen tıkanıklık ve bunun sonucu sekonder gelişen doku asidozu durumu kısır döngü içerisinde dokunun ve onun yapı taşı olan hücrelerin ölümü ile sonuçlanır. Bu srüçte epitelyal yapılarda oluşan değişim süreci ile kistlerin gelişimine neden olacağı düşünülmektedir.
Hastalığın sıklığı değişkenlik göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri'ne ait ulusal veri kayıt sistemine göre prediyaliz dönemde bu oran %7-22 arasındadır. Diyaliz alan grupta ise diyaliz tedavisinin süresin göre artış göstermektedir. 3 yılın altıda diyaliz tedavisi gören hastalarda bu oran %44, 3 yıldan fazla süredir alan hastada %79, 10 yıldan fazla süre hemodiyaliz tedavi alanlarda ise bu oran %90'ı bulmaktadır. Erkeklerde kadınlara oranlara daha sık görülmektedir.
Genellikle belirti olmaksızın hastalar hayatını idame etmektedir fakat nadirende olsa karın içi ya da böbrek içi kanama, hematüri dediğimiz idrarda kan bulunması durumu, yan ağrısı, kolik tarzı(sancılanma) ağrı, kist enfeksiyonu görülebilir. Böbrek nakli sonrası dönemde kistik formasyonun tekrarlamadığı yönünde yayınlar olmakla birlikte nativ böbrekte kistik değişimin devam ettiğini belirten vaka sunumlarıda vardır.
Akkiz böbrek kisti hastalığında fizik muayenede böbrekler polikistik böbrek hastalığında olduğu gibi palpe edilebilir( böbrek sadece böbrek içi kanama olması halinde olur). Genellikle palpe edilemez. Histolojik değerlendirmede de kistler arası normal böbrek dokusu korunmuştur.
Kistik böbrek hastalığı tanısında tanı yöntemi görüntüleme teknikleridir. Bunlardan ucuz olması ve herhangi bir girişimsel metoda gerek olmaması nedeni ile ultrasonografi ilk tercihimiz olacaktır. Ultrasonografide kistlerin komplike mi , nonkomplike mi olduğunu, böbrek boyutlarında artışa neden olup olmadığını, diğer organlarda tutulum olup olmadığını, böbrek ekojenitesi ve komplike ise kist içi ekojenitesini değerlendirebiliriz. Komplike kistten kastedilen kist içi sıvı birikimidir ve ultrasonografide izodens ya da artmış ekojenite ile görülür. Bu kist içi sıvı kan ve pıhtılaşma var ise hiperekojen bir görünüm ile karşımıza çıkar. Pıhtı formasyonu mu kanser gelişimi mi ayrımı için dinamik bilgisayarlı tomografiye ihtiyaç vardır. Kontrastlı bilgisayarlı tomografi erken dönem değerlendirme ve böbrek kanseri yakalama açısından ultrasonografiye üstündür. Prediyaliz hastalarda kontrast madde kullanımının sonuçları ve kistlerin bu dönemde genelde küçük olmaları nedeni ile öncelikli tercih edilmez. Magnetik rezonans görüntüleme ise bilgisayarlı tomografiyi tolere edemeyecek hastalarda bir diğer görüntüleme yöntemidir. Diffüzyon MR ise enfekte kist ayrımında özellikle multikistik böbrek hastalığında anlamlıdır.
Tanıda bir diğer yöntem ise içi sıvı dolu kistlerde kanama ve pıhtı formasyonundan şüphelenilen hastalarda böbrek kanserini dışlamak için kist aspirasyon biyopsisidir.
Yan ağrısı ya da kolik ağrısı çeken hastada narkotik(morfin, kodein)veya narkotik olmayan(parasetamol vb) ağrı kesiciler kullanılabilir. Aspirin ve özellikle diyaliz hastalarında heparin kullanımından kaçınılması gerekir.
Cerrahi tedavi gerektiren durumlar :

1. Ciddi kanama epizodları geçiren hastalarda tedavi embolektomi ya da nefrektomidir.

2. İleri görüntüleme yöntemleri ile böbrek kanseri şüphesi varlığında kist çapları 3cm'den büyük ise ya da 3cm'den küçük fakat komplike kistlerde nefrektomi önerilir.
Tedaviye yönelik özel bir ilaç grubu olmadığı gibi diyet için özel bir formülü bulunmamak-tadır.
 Egzersiz, spor yaşam biçimi olan hastalarımız için tek önerimiz kanama epizodları döneminde yatak istirahatidir.
Komplikasyonları :

1-Akkiz kistik böbrek hastalığında böbrek kanserine dönüşüm oranı normal popülasyona göre 40 kat artmıştır.
2- Kistik kanama bazen hematüri ile birlikte olabilir. Kist rüptürüne bağlı olarak retroperitoneal karın içi kanama veya perinefrik dediğimiz böbrek içi kanama görülebilir. Kanama nadiren hipovolemik şoka neden olacak düzeydedir. Kist içinde ya da kist çevresinde kalsifikasyon dediğimiz kireçlenmeler görülebilir.
3- Kist enfeksiyonu abse oluşumu ya da sepsis dediğimiz enfksiyonun kana karışması ile genel durum bozukluğu hali görülebilir.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

DİYABETİK NEFROPATİ : KONTROLSÜZ DİYABETTE SON DURAK

Diyabet yüzyılın bulaşıcı olmayan salgın hastalıkları arasında yer almaktadır.Yaşam tarzındaki hızlı değişim ile birlikte gelişmiş ve gelişmekte olan toplumların tümünde özellikle tip 2 diyabet prevelansı hızla yükselmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerinde 2009 sonu itibarı ile tüm dünyadaki diyabet nüfusu 285 milyon iken bu sayının 2030 yılında 438 milyona ulaşması beklenmektedir . Bunun başlıca nedenleri nüfus artışı, yaşlanma ve kentleşmenin getirdiği yaşam tarzı değişimi sonucu obezite ve fiziksel inaktivitenin artmasıdır .
Diyabetin mikrovasküler ve makrovasküler olmak üzere tüm sistemlere ait komplikasyonları vardır. Mikrovasküler komplikasyonları grubunun en ciddi olanı diyabetik nefropatidir. Diyabetik nefropati aynı zamanda kronik böbrek yetmezliğinin %33-40 ile en sık nedenidir. Diyabetli hastaların %10-20’si böbrek yetersizliği nedeniyle kaybedilmektedir Tip-1 diyabetiklerin % 30-40’ında, tip-2 diyabetiklerin % 5-10’unda son dönem böbrek yetmezliği gelişir.Tip-2 diyabete bağlı nefropati prevalansı daha yaygındır. Çünkü tip-2 diyabet, tip-1 diyabetten 10-15 kat daha yaygındır.

1997-1998 yıllarında ülke genelinde 20 yaş üstü 24788 kişiyi kapsayan ‘Türkiye Diyabet Epidemiyoloji Çalışması (TURDEPI)’nın sonuçlarına göre ülkemizde tip-2 diyabet prevelansı %7.2, bozulmuş glukoz toleransı prevelansı ise %6.7 bulunmuştur. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2007 yılı nüfus rakamlarına göre ülkemizde 2.85 milyonun üzerinde tip-2 diyabetli ve 2.6 milyon civarında bozulmuş glukoz toleranslının yaşadığı hesaplanmaktadır. Çalışmada diyabetin kadınlarda ve kentsel bölgelerde yaşayanlarda daha sık olduğu, ayrıca diyabet riskinin yaşlanma, obezite, hipertansiyon, ailede diyabet varlığı, eğitimsizlik, gelir düzeyi ve alışkanlıklar ile ilişkili olduğu saptanmıştır.

Diyabetik Nefropati ; 24 saatlik idrarda 300mg/gün ve üzerinde protein atılımının 3-6ay süre ile en az iki kontrolde tespiti, hipertansiyon, proteinüride progressif artma ve böbrek fonksiyonlarında bozulma ile seyreden tablodur. Süreç 4 evrede değerlendirilir:

EVRE-1= Glomerul filtrasyon hızında artma: Adından da anlaşıldığı gibi artmış plazma glukozu ve diğer ileri glikozillenme ürünlerine bağlı olarak glomerulde atılım için gelen kan akımında artış halidir. Yapısal karşılığı böbrek ve glomerulde hipertrofi gelişimidir.

EVRE-2 =Mikroalbuminüri : Klinik bulgu verdiği ilk evredir. 24 Saatlik idrarda 30-300mg/gün proteinüri görüldüğü evredir. Glomerul filtrasyon hızı artmış ya da normal seviyelerindedir. Hipertansiyon eşlik eder. Yapısal karşılığı ; “Mezangial Genişleme, Bazal Membranda Kalınlaşma, Arteriyoler Hyalinozis'tir”.

Bu iki evre döneminde sıkı kan glukozu kontrolü ve hipertansiyonun regülasyonu ile tabloyu düzeltmek mümkündür. Bu nedenle diyabetin takibinin komplikasyonları yönünden de yapılması ve özellikle her kontrol döneminde tam idrar tahlilinin görülmesi önem arz etmektedir.

EVRE-3= Makroalbuminüri : 24 saatlik idrarda protein atımı değerinin 300mg/gün ve üzeri olmasıdır. Hipertansiyon tabloda mutlaka vardır ve genellikle non-dipper olarak görülür. Nefrotik sendrom kliniği olarak takip edilir. Yapısal karşılığı; “Mezengial nodüller (Kimmelstiel-Wilson), Tübülointerstitial fibrozis, Glomerülosklerozis” ile seyreder.

EVRE-4= Son dönem böbrek yetmezliği : Nefrotik sendrom tablosundan diyaliz desteğine kadar giden kanda böbrek fonksiyon testlerinin progressif yükseldiği tablodur.




Diyabetik nefropati gelişim süreci için tip-1 diyabette 10-25 yıl diye belirtilirken tip-2 diyabette ilk bulgu idrarda proteinüri görülmesi olabilmektedir. Bu nedenledir ki bozulmuş glukoz toleransı olan hastalar, obezitesi olan hastalar bu yönden kontrollerine çok özen göstermesi gerekir.
Diyabetik Nefropatide ve mikroalbuminüri evresinde progresyonu kolaylaştıran nedenler ise; Genetik (aile hikayesi, ACE genotipinde çift delesyon, DD polimorfizmi), erkek cinsiyet , yaş (Tip- 1 DM'de tanı anındaki yaş), kötü glisemik kontrol, kan basıncı yüksekliği, dislipidemi, diyet, obezite, fiziksel inaktivite, sigaradır.

Diyabetin takip ve tedavisi sabır ve emek istemektedir. Bu durumu kabullenebilirsek diyabetin takibi ve komplikasyonlarından korunmakta kolay olacaktır. Hastalıkta nefroloji ve endokrinoloji uzmanının takiplerinin yanında diyabet hastasınında diyeti, kilo ve kan şekeri kontrolü , fiziksel aktivitesini artırması, sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlıklarından kaçınması poliklinik kontrollerini aksatmaması gerekmektedir.



Sağlıklı Mutlu Günler Dilerim

8 Temmuz 2013 Pazartesi

BÖBREK YETMEZLİĞİ YÖNÜNDEN KONTROL OLMALI

Böbrek yetmezliği; günlük hayatta kanda üre ve kreatinin değerlerinin yüksek seyretmesi olarak bilinir. Polikliniğimize gelen hastalarla konuştuğumuzda hep dile getirdikleri bol su içerek çözebilecekleriydi. Bu durumun doğru olduğu fakat birde doğru olmadığı süreci zorlaştırdığı durumlar söz konusudur. Böbrek yetmezliği denildiğinde süreç sadece üre kreatinin yükselmesi demek değil, eş zamanlı ya da yalnız idrarda protein atılımı fazlalığıdır. Bir diğer durum ise özellikle diyabetik hasta grubunda karşılaştığımız klinik olarak stabil fakat laboratuvar değerlerinde ön planda sodyum ve potasyum gibi vücut dengesinde önemli rolü olan minerallerimizin dengesizliği ile seyreden tablolar vardır. Bunlar göz önüne alındığında böbrek yetmezliğine geniş bir çerçeveden bakılması gerektiği görülecektir.

Günümüz Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında da yaşam süresi uzamaktadır. Hastalıkların tanı alması da daha kolaylaşmıştır. Çok değil bundan en fazla 20-30 sene önce insanlara eceli ile vefat ettiği belirtilirdi. Bunların bugünün tanı imkanları ve genel durumları göz önüne alındığında büyük çoğunluğunun böbrek yetmezliği nedeni ile kaybedildiğini belirtebiliriz. Bugün ise tüm hastalık tanıları konulabilmekte ve yaşam süreleri ve tedaviler hastalığa ait komplikasyon olarak belirttiğimiz ek rahatsızlıkları beraberinde getirmektedir. Bunların başında diyabet, hipertansiyon, romatizmal hastalıklar(Sistemik Lupus Eritematozus, Romatoid Artrit, Ankilozan Spondilit gibi) sistemik rahatsızlıklar gelmektedir. Bu hastalıkların bir komplikasyonuda böbrek tutulumudur. İlgili hekime kontrollerini aksatmadıkları gibi nefroloji poliklinik kontrollerini de belli periyotlarda yaptırmaları gerekmektedir. Her hastalıkta olduğu gibi erken tanı böbrek yetmezliği hastalıkları içinde en etkin ve en ucuz tedavi yöntemidir. Erken tanı ; sonuçları açısından da yüz güldürücüdür.
TABLO-1


Tablo-1 'de Sağlık Bakanlığı verileri ile düzeltilmiş Türk Nefroloji Derneği 2012 registry sonuçları görülmektedir. Ülkemizde sadece hemodiyaliz alan hasta sayısı yıllar içinde çığ gibi artmaktadır. 2011 verilerine göre bu rakam 49309 iken bugün için 60000 civarı bir rakama gelindiği tahmin edilmektedir. Bir diğer tablomuz olan yine Sağlık Bakanlığı verileri ile düzeltilmiş Türk Nefroloji Derneği verilerinde böbrek nakli olan hasta sayısı 2011'e gelindiğinde 2933'e ulaşmıştır. Böbrek nakli; kronik böbrek yetmezliği olan hastalarımız için en iyi tedavi seçimidir. Fakat düzenli poliklinik kontrolleri ya da yılda birde olsa yaptıracağımız check-up takiplerimizde kanda birkaç parametre ve idrar tahlilimizle ne böbrek yetmezliği ile ne de nakil için koşuşturmamıza gerek kalacaktır.
TABLO-2


Yeni düzenlenen kronik böbrek yetmezliği kılavuzlarında evre-1'de hastanın özgeçmişinde ya da soygeçmişinde taş hastalığı, proteinin idrardan kaybı, böbrek yetmezliği öyküsü, diyabet, hipertansiyon gibi böbrek yetmezliği komplikasyonu oluşturabilecek hastalıkların varlığı ilave edilmiştir. Yani bu hastalık ve bulguları olanlarda artık böbrek hastası olarak kabul ediliyor.
Bunun haricinde günlük hayatta kullandığımız tüm ilaçlar başta ağrı kesiciler ,antibiyotikler olmak üzere hepsi böbrek işlevini etkileme potansiyeline sahiptir. Akut dediğimiz geçici ya da kronik(kalıcı) böbrek yetmezliği sürecine neden olabilirler.

Tüm bu bilgiler ışığında kanda ve idrarda basit tetkiklerle böbreğimizin durumu hakkında bilgi almak ve önlem alabilmek adına kontrollerimizi ihmal etmeyelim. Sağlıklı güzel günlerde buluşmak üzere.


1 Temmuz 2013 Pazartesi

TÜM ZAMANLARIN DİLEMMASI: HİPERTANSİYON

Dünya Sağlık Örgütü(WHO); dünya üzerindeki 5 büyük problem içinde hipertansiyona da yer vermektedir. Hipertansiyon hepimizin tanımını kolaylıkla yaptığı bir rahatsızlıktır. Biz bunu kılavuzlar eşliğinde söylemek istersek; büyük tansiyon dediğimiz sistolik tansiyonun 140mmHg ve üzeri, küçük tansiyon dediğimiz diastolik tansiyonun 90mmHg ve üzeri değerleri kapsamaktadır. Bu şekilde rahatlıkla tanımladığımız ve yedisinden yetmişine hepimizin aşina olduğu ve tedavi edilebilir olduğunu bildiğimiz bu rahatsızlık geçmişten bugüne dilemma olarak hayatımızdaki yerini korumaktadır. Ülkemizde dahi onlarca yüzlerce çeşit farmakolojik ve ticari isimlerde ilaçlar bu hastalığa hizmet için bulunmakla birlikte tam tedavi hedeflerine ulaşılamamıştır.
Tedavi hedeflerine ulaşmak teorik olarak kolaydır. İşin önemli kısmı bunu pratik hayata da dökmektir. Pratikte yaşanan güçlüklerden en önemlisi ilaç uyumudur. Bu konudaki güçlüklerin gerekçelerini sıralamamız gerekirse:
1- Tedavisi konusunda iyi bilgilendirilmemek
2- Tedaviyi ve hastalığı kabullenememek
3- İlaçları düzensiz almak
4- İlaçları alıp tansiyonlarını evde kontrol etmemek
5- İlaçları alıp diyetine dikkat etmemek
6- Farklı hekim tercihleri ile ilaçlarının sık değişikliklere uğraması
7- Özellikle kilo problemi olanların vücut kitle indeksine uygun kiloya erişmek için çaba sarfetmemesi sayılabilir.

Başlığımızda hipertansiyon bir dilemmadır demiştik. Dilemmanın Türkçe'de karşılığı ikilem demektir. Kastettiğimiz ise hipertansiyon ölümcül denebilecek vücudumuzda zararlara yol açmaktadır. Böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği, damar sertliği gibi ve buna bağlı olarak hem bedensel hem ruhsal olarak rahatsızlıklar oluşmaktadır. Bu yönü ile hipertansiyon içinden çıkılmaz bir salgın hastalık gibi görünmektedir. Ama madalyonun birde diğer yüzünden bakmak gerekir. Benimde polikliniğimize gelen hipertansif hastalarımla paylaştığım konudur. Hipertansiyon aslında bize düzenli yaşamamız gerektiğini hatırlatan en masum uyarandır. Çünkü tedavisi kolaydır. Bizden istediği ilaçları düzenli almak, diyetimize özellikle tuza, karbonhidratlara, kolesterole azami dikkat etmek,kilo problemimiz var ise çözümüne ulaşmak, yürüyüş gibi kas gücü gerektirmeyen izometrik egzersizleri hayatımıza katmamız, düzenli hekim kontrollerimizi aksatmamamızdır. Bu yönü ile bakılır ise insanın hastalığına uyumu ve dünyaya bakışı bile değişim gösterecektir. Kendisini daha iyi hissedecektir.

Özetle söylememiz gerekirse;
-Hipertansiyon tedavisi mümkün bir rahatsızlıktır.
-Erken tedavi yüz güldürücüdür. Tedavisiz kalma ciddi problemleri yanında getirir.
-Hayata yeniden bakış açısı sağlar, otokontrolümüz için bir sinyaldir.